GüncelManşet

Tutsaklardan “mücadelenin zorunluluğu ile şehitler arasındaki ilişki” atölyesi

H. Merkezi: Gazetemize mektup gönderen Gebze Kadın Hapishanesi’ndeki Tutsak Partizanlar devrim ve komünizm şehitlerini anma etkinlikleri kapsamındaki bir çalışmayı aktardılar. “Mücadelenin zorunluluğu ile şehitler arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz” sorusu üzerinden bir atölye gerçekleştiren 5 tutsak Partizan, bu söruyu şu şekilde yanıtladı:

 

“Devrimcilik tercih meselesi değil, zorunluluktur”

Birinci Tutsak: Tüm dünyada açlığın, yoksulluğun, baskının, sömürünün savaşların daha da arttığı ezen ile ezilen arasındaki çelişkinin büyüyüp derinleştiği bir süreçten geçiyoruz. Bizim gibi faşizmle yönetilen ülkelerde ise bu saldırıların en yoğununu yaşıyoruz. Bir tarafta açlık, yoksulluk; diğer tarafta baskı, zulüm, zindanlar, genç, kadın, çocuk demeden katledilen insanlar… Her gün yeni bir acıyla, ölüm ve katliamla uyanır, irkilir hale geldik. Bir ulus dilini, kimliğini, kendi özerk yönetimini ve genel olarak statü hakkını istiyor diye Sur’da, Cizre’de olduğu gibi abluka altına alınıp katlediliyor. Ağzını açan susturuluyor, çocuklar sokak ortasında kurşunlanıyor, “çocuklar ölmesin” diyenler dahi linç ediliyor; Cizre’de bir bodrum katında insanlık diri diri gömülüyorsa mücadele etmenin ve devrimciliğin zulme uğrayanlar açısından bir tercih meselesi olduğundan bahsedemeyiz.

Bizim gibi faşist ülkelerde en basit hak arama mücadeleleri bile militan devrimci bir mücadeleyi gerektiriyor. Diyebiliriz ki, böylesi koşullarda devrimcilik bir tercih meselesi değil, bir zorunluluktur. Zorunluluğun bilince çıkarılmasıdır.

Zorunluluk tanımlanırken doğada ve toplumsal yaşamda insan iradesinden bağımsız olarak gelişen, var olan olgular biçiminde tanımlanır. Ama bu değişmez, hükmedilmez anlamına da gelmiyor. Örneğin doğadaki yerçekimi kanunu bizim irademiz dışındaki bir gerçeklik. Ancak biz yerçekim yasasının nedenini, işleyişini vs. öğrenirsek ona müdahale edebilir, yönlendirebilir, sınırlayabilir ya da şekillendirebiliriz. Aynı durum sınıf mücadelesi için de geçerli. Sınıf mücadelesi bizim istek ve niyetimizle başlamadığı gibi niyetimizle de sonlanmıyor. Ancak biz onu ortaya çıkaran koşulların gelişim seyrinin, işleyiş yasalarının, özgüldeki ülkede aldığı biçimin vb. bilgisine sahipsek sınıf savaşımına ve ülkelerdeki devrim mücadelesine yön verebiliriz.

Diyebiliriz ki, zorunluluğun bilince çıkarılması ancak nesnel gerçekliğin kavranmasıyla sağlanabilir. Devrimci komünistleri halk kitlelerinden ayıran şey tam da zorunluluğun bilince çıkarılma sentezini yaşama geçiriyor olmalarıdır. Yani halkın ve insanlığın büyük kesiminin yaşadığı açlık, sefalet, baskı ve sömürü koşullarını görüp hissetmeleri ve yaşamalarının yanında bir de bunun nedenlerinin tam ve doğru bilgisine sahip olmalarıdır. Doğayı, onun içinde insanı, toplumların gelişimini, toplumsal yaşamı vs. MLM ideoloji sayesinde anlayabiliyor ve değiştirecek, yön verecek araçları geliştirebiliyor olmalarıdır.

İnsanın özgürlüğü ve kurtuluşu nesnel gerçekliğin kavranıp zorunluluğun bilince çıkarılması ve ona egemen olabilmesindedir. Bunu da ancak kendi eylemsel çabalarıyla elde edebilir. Bu sistemin değişmesinin zorunluluğunu, halkın iktidarının gerekliliğini kavramayan ve buna inanmayan, bu uğurda bedel ödemeyi de göze alamaz. Davaya inanç ve bağlılık dediğimiz de budur.

Şehitlerimiz tam da zorunluluğu bilince çıkaranlardır. Ve en aktif biçimde eylemsel pratiğe dökenlerdir. Onlar mücadelenin zorunluluğunu kavradıkları için mücadelenin hep ön saflarındaydılar. Bu şehitlerimizin de eksikleri, yetmezlikleri, gerilikleri olmadığı anlamına gelmiyor. Tam tersine onlar hep bu eksiklikleri aşmanın, ileriye doğru koşmanın mücadele ve gayreti içinde olmuşlardır. Ölümsüzlüğe tereddütsüzce yürüyebilmelerinin sebebini, onların bu noktadaki inançlarını, bilinçlerini anlamazsak onları ya ulaşılmaz ilahlara çeviririz ya da sıradanlaştırırız.

Şehitlerimizde toplanan davaya bağlılık, fedakarlık, sorumluluk, cesaret ve kararlılık sınıf mücadelesinin ve onun için gerekli olan partinin zorunluluğunun kavranıp bilince çıkarılmasından ileri gelir.

Şehitlerimizi anarken onlardan ilk başta da bu yönlerinden öğrenmeliyiz ki partiyi, mücadeleyi ileri taşıyabilelim.

 

“Şehitlerimizi anmak salt elde silah savaşmak değildir”

İkinci Tutsak: Öncelikle sorumluluk; bir amacı gerçekleştirmek ya da bir yanlışı düzeltme yükümlülüğüdür. Aynı zamanda sorumluluk kendi içerisinde çok geniş bir kavramı barındırır. Örneğin, Saint-Exupery, “İnsan olmak her şeyden önce sorumlu olmaktır” der ve birey kendiyle birlikte bütün insanlıktan sorumlu olmaktadır. İnsanlıktan sorumlu olabilmek için de ilk önce kendi sorumluluklarını yerine getirmelidir. Bu da bilinçli olmayı getirir.

Sorumluluk aynı zamanda mücadele gereklerinden birini oluşturmaktadır. Kendine, yaşama, topluma bir bütün insanlığa karşı bilinç unsuru gerektiren yükümlülüklerdir. Mücadelenin zorunluluğunu, ihtiyaç ve görevlerini kavrayarak bilince çıkarma ihtiyacıdır. Yaşadığımız dünya üzerine çöreklenen karanlığı dağıtmada, omuzlarımıza bindirilen ve bizi ezen-ezmeye çalışan taşı kaldırmada, bir el olabilme zorunluluğudur. Bu bilinci taşıyan, yaşama geçiren ve bu ihtiyacın ve zorunluluğun en çok farkında olan ölümsüzlüğe uğurladıklarımız şehitlerimizdir.

Onların yaşam pratikleri, mücadeledeki kararlılıkları, sorunlar karşısındaki duruşları, bize örnek olmakla birlikte sorumluluklarımızı hatırlatmaktadır. Sıkça kullandığımız “şehitleri anmak savaşmaktır” şiarı, salt bir düşmanla silah elde savaşmak değildir. Çok yönlü bir savaşımdan bahsedilmektedir. Bu şiar, kendimizle, eksikliklerimizle, zaaflarımızla, küçük burjuva düşünüş ve alışkanlıklarımızla savaşmaktır. Kendimizi geliştirerek, değiştirerek daha fazla görev ve sorumluluk alarak şehitlerin geleneklerini sürdürmek, onların yürüdüğü yoldan ilerleyerek zulmün üstüne yürümektir. Şehitlerden alınan devrim bayrağını daha ileriye ve yükseğe taşımaktır.

Bununla birlikte davaya, partiye, yoldaşlara, halka inanmak, sorumluluk almak aynı zamanda bağlılığın bir göstergesidir. Bu iki kavram iç içe geçmiş, birbirini koşullayan bilinç öğeleridir. Mücadeleye bağlı olduğumuz, sahiplendiğimiz oranda sorumluluk bilinciyle hareket eder, şehitlere verdiğimiz sözleri tutar, onlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirmiş oluruz. Onlara layık militanlar haline geliriz…

 

“Hiçbir tereddüde, kaygıya yer vermeden…”

Üçüncü Tutsak: Şehitler ve kararlılık dendiği zaman aklıma ilk başarma azmi, devrimci bir yaşam, disiplin ve sağlam bir bilinç gelir. Çünkü devrim mücadelesinin çok yönlü, zorlu engellerle dolu bir yolu var. Bu zorlukları aşmak ve başarmak ancak güçlü bir iradeyi ve kararlılığı gerektirir. Hem sınıf düşmanlarına karşı verdiğimiz savaşta hem de içimizdeki düşmana karşı verdiğimiz savaş ve ideolojik sorgulamada kararlılık önemli bir yerde durmaktadır. Çünkü sınıf savaşımında bir parti için en büyük tehlike ideolojik netsizliktir. Bizler ideolojimizde, mücadelemizin haklılığı noktasında inançlı ve kararlı olursak o kadar başarılı oluşuruz. Zaten şehitlerimizi farklı kılan da budur. Devrime olan inançları, bağlılıkları ve kararlılıklarıdır.

Ölümsüzlüğe uğurladığımız yoldaşların yaşamları kuşkusuz örnek alınması gereken birçok şeyi barındırmaktadır. Dolayısıyla onlardan öğreneceğimiz çok şey var. Bizlerden istedikleri görevler karşısında sızlanan, hatalarıyla barışık yaşayan değil bunun tersi yani inançlı, cesur, kararlı ve hep daha ilerisini hedeflemektir. Bunun en son örneğini 21 Ekim’de Şahverdi’de şehit düşen Hakan, Cengiz ve Özgüç yoldaşlarda gördük. Halk düşmanlarına karşı hiç tereddüt etmeden kaygıya yer vermeden kararlı bir şekilde çatışarak şehit düştüler. Özgüç yoldaş ser verip sır vermeyerek destansı direnişi, kararlılığı bize öğretici olmuştur. Aynı zamanda Hakan ve Cengiz yoldaşların mücadele içerisindeki görev ve sorumluluklarını yerine getirmedeki kararlılıkları ve yine aynı kararlılıkla şehit düşmeleri hepimizin yolunu aydınlatmaktadır. Zaten onları bir araya getiren de mücadelenin gerekliliğine olan inançları, ideolojik netlikleri ve bu noktadaki kararlılıklarıdır. Bizler halkın sesi olabilmek için şehitlerimizin inanç ve kararlılıklarını kuşanmalı, aldığımız bütün görev ve sorumlulukları bu bilinçle yerine getirmeliyiz. Hiçbir tereddüde, kaygıya yer vermeden…

 

“Yoldaşlar yürüyorsa ben de yürürüm”

Dördüncü Tutsak: Şehitlerimizin her birinin mücadeleye adım attığı andan ölümsüzlüğe ulaşana kadarki yaşamları cesaretin somut göstergesi olarak görüyorum. Cesareti korkunun, kararsızlığın yanı başında duran akbabaya benzetiyorum. Bilirsiniz akbaba avını bekler, ta ki onun ölüm anına dek. Öldüğüne emin olduktan sonra çevresine bakar, kendisinden güçlü avcı olmadığına emin olduğunda avını yemeye başlar.

Kaygılarımızla, korkularımızla yüzleştiğimiz oranda cesarete; kendimize olan güveni pekiştirebiliriz. Cesareti, kendine güven olarak tanımlamanın yanlış olmadığını düşünüyorum. Aklıma Fehiman Bozkurt yoldaş geliyor. Karadeniz’de geçici kış üslenim alanımızda Fehiman’ın karanlıktan korktuğunu öğrenen nöbetçi komutan, gece nöbetçilerini kontrol etmesi için Fehiman’ı görevlendirmesiyle Fehiman yoldaş karanlığa karşı korkusunu yendi. Yükseklik korkusu olan başka bir yoldaş, uzun doruk (ladin) ağaçlarında güvenliği sağlamak için (dürbünle çevreyi gözetlemek) nöbet tutmaya başladı.

Bulancak şehitlerimizden Murat Arıcak yoldaş uzağı göremediğinden bardak altı gibi kalın gözlükleri vardı. Dereceli gözlükleriyle gece göremiyordu. Gözleri sağlam olan yoldaşların dahi zifiri karanlıkta göremediği yürüyüşlerde o, önündeki yoldaşa, seslere dikkat kesilerek karanlıkta yürümeye alışmıştı. Araziyi öğrenmekte güçlük çeken, “unutuyorum” diyen Ayfer Celep yoldaş arazi bilgisini, düşmanın hareket tarzını çözümleyerek Karadeniz’in ilk kadın komutanı oldu. Kararsızlığı, dalgınlığıyla espri konusu olmaktan kurtulamayan doktorumuz, Umut İl yoldaş, içinde bulunduğu birlik Dumanlı’da çatışmaya girdiğinde birliğinden ayrı düşünce aylarca tek başına düşmanı peşinden dolandırdı.

Cesaret denildiğinde aklımıza ilk gelmesi gereken örnek yoldaşlarımızdan biri de Leyla Göçer yoldaştır: Mücadeleyle tanıştığında iki küçük çocuğu olan Leyla yoldaş, onu çevreleyen feodal değer yargılarına karşı taviz vermeksizin iki çocuğunun kokusunu yüreğine gömerek dağların yolunu tuttu. Gerillaya birkaç gün önce katılmış olan Hakan Karabulut yoldaş arazi bilgisi, deneyimi olmamasına rağmen son mermisine kadar çatışarak şehit düştü.

Cesaret karşıtıyla vardır; korku, kaygı, güvensizlik… Önemli olan korku, kaygı ve güvensizliklerimizle yüzleşerek olması gerekeni yapabilmektir. Bugün biz militanlar, her nerede ise orada, bize verilen görev ve sorumluluk karşısında “Olmuyor, yapamıyorum, korkuyorum…” gerekçelerini sıralıyorsak, gerekçelerimizi fırlatıp kenara atmanın zamanıdır. Tıpkı Münire Sağdıç yoldaş gibi “Yoldaşlar yürüyorsa ben de yürürüm!” diyebilmektir.

 

“Feda ruhu ben’i yıkıp biz’i kuşanmayı şart koşar”

Beşinci Tutsak: En başta sınıflı toplumlar ortaya çıktığından bugüne insanlığın egemen sınıflara karşı verdiği mücadelenin hep var olduğunu ve şehitlerimizin feda ruhunun en yalın ifadesi olduklarını unutmamalıyız.

Komünist devrimcileri diğer insanlardan ayıran en temel yanlardan biri kapitalist-emperyalist sistemin çelişkilerini kavrayıp ortaya çıkarmış ve ezen ile ezilenler arasındaki çelişkileri görüp bunu ezilenler lehine çözüme kavuşturmak için mücadele etmenin zorunluluğunu bilince çıkarmış olmalarıdır. Faşizm koşullarında bu mücadele çok daha zor, emek yoğunluklu ve çok daha büyük bedeller ödemeyi göze almayı gerektirir. Yine güçlü bir ideolojik duruşa buna paralel olarak güçlü bir feda ruhuna sahip olunması olmazsa olmazlarımızdandır. Feda ruhu ben’i yıkıp biz’i kuşanmayı şart koşar. Ben’in yani bireyin geleceğini ancak biz’le kurabileceğini ve gerektiği koşullarda ben’den vazgeçmekten tereddüt etmeme bilincinin açığa çıkarıldığını anlatır. Hem özel yani Parti tarihimiz hem de bir bütün sınıf mücadeleleri tarihi feda ruhunun sayısız örneklerini barındırır.

II. Emperyalist Paylaşım Savaşında Sovyet halkının kızıl orduyla birlikte verdiği büyük anayurt savunmasını hatırlayalım. Stalingrad bu konudaki sembolleşen değerlerimizdendir. Yakın tarihimizde Rojava ve Kobanê direnişi örnekleri var. Onlarca Kürt gencinin bedenlerine bağladıkları mayınlarla DAİŞ tanklarının altına yatarak ülkelerini, geleceklerini korumak için kendilerini feda etme pratikleri tarifsiz bir öğreticilik taşır. Arin Mîrkan örneği yine öyledir. Yine Dersim’de şehit verdiğimiz Hakan, Cengiz ve Özgüç yoldaşlarımızın pratikleri nice şehitlerimiz gibi feda ruhunu bu ruhla kuşanmanın öneminin altını hepimiz için bir kez daha çizmiştir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu