Gençlik

Tutsak öğrenciden mektup var!

Merhabalar!

Adım Hüseyin Polat. 23 yaşındayım. Hapishanelerdeki tutuklu 600 öğrenciden biriyim.

24 Kasım 2010 tarihinde Makine Bölümü öğrencisi olduğum Balıkesir Üniversitesi’ne gitmek için bindiğim şehirler arası otobüs, Balıkesir’in girişinde jandarmalar tarafından durduruldu. Otobüsteki yolcular ile birlikte geçirildiğimiz “kimlik kontrlolü” denilen uygulamanın ardından “Hakkında yakalama kararı var…” denilerek otobüsten indirilip gözaltına alındım. Hangi gerekçeyle gözaltına alındığımı Balıkesir Adliyesi’ne götürüldüğümde öğrenebildim. “Hiç değilse sınavlara gireyim…” talebim ısrarlarıma rağmen dikkate alınmadı; “Yapacak bir şey yok! İstanbul Özel Yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakkında yakalama kararı var” denilerek tutuklama işlemlerinin ardından Balıkesir Kepsut Hapishanesi’ne kapatıldım.

İkinci yılını tamamlayacak olduğum mahpusluk hikayem böyle başlamış oldu…

Ömrümde ilk defa kapatıldığım hapishaneden öğrenci olduğum Balıkesir Üniversitesi Rektörlüğü’ne dilekçe yazdım. Başımdan geçenleri kısaca anlatıp, sınavlara hapishaneden katılmayı talep ettim. Fakat hiçbir yanıt alamadım!

Yaklaşık bir hafta, kimi zaman mahpusların içinde yanarak can verdiği eziyetli bir ring yolculuğu ile İstanbul’a getirildim ve hakkımda yakalama kararı veren 10. ACM’ye çıkarıldım. İki yıllık tutukluluğunun ardından tahliye olan, lakin tahliyesinden kısa bir süre sonra vefat eden devrimci gazeteci Suzan Zengin’in yargılandığı dava dosyasının sanıklarından olduğumu ise Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Hapishane’de öğrenebildim.

Yoksul ve emekçi insanların yaşadığı ve “gecekondu” denilen yapılanmanın hayli yaygın olduğu Gülsuyu Mahallesi’nde büyüdüm. Kürt ve Alevi nüfusunun yoğun olduğu, hemen hemen her evin duvarında devlete karşı öfkeli sloganların yazılı olduğu Gülsuyu Mahallesi’nin devlet nezdinde öteden beri mim’li olduğu, AKP hükümeti ile birlikte ise “kentsel dönüşüm projesi” adı altında arazi ve inşaat mafyasına peşkeş çekilecek bölgelerin başında geldiği herkesin malumu…

(…)

Henüz üniversite öğrencisi olmadığım bir zamanda, büyüdüğüm bu mahalleden arkadaş grubundan Engin ağabeyin yaşadığı adli bir olay İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube polisleri tarafından TAM BİR YIL SONRA gerçekleştirilecek olan “TKP/ML TİKKO örgütüne yönelik operasyonun” en temel gerekçesi oluyor!!!

Hiçbir şeyden haberimiz olmaksızın, başta Engin ağabey olmak üzere birkaç kişi daha 19 Ağustos 2008’den itibaren mahkeme kararıyla hem fiziki hem teknik takibe alınıyoruz. Detaya girip vaktinizi almak istemiyorum.

Daha sonradan ismi Özgür gelecek olarak değişen o dönemki İşçi-köylü gazetesinin Kartal Büro temsilcisi Suzan Zengin, “TKP/ML TİKKO’nun Gülsuyu Mahallesi sorumlusu”, ben dahil toplam 8 kişilik arkadaş grubu da Gülsuyu Mahallesi’nde faaliyet yürüten “terör örgütü üyeleri” oluyoruz! Sözünü ettiğim olaydan tam bir yıl sonra, daha önce adli vakalar nedeniyle gözaltına alınan ve bir süre hapishaneye de kapatılan Haydar Yeşilbingöl ve Mehmet Pekcan isimli arkadaşlarımız TMŞ polisleri tarafından mahalledeki evlerinden gözaltına alınıp Vatan Caddesindeki TMŞ’ye götürülüyorlar. Tehdit, şantaj ve psikolojik işkencelerle, özellikle Suzan abla aleyhine ifade alma hesapları aynı esnada gözaltına alınan ve şubede olan Suzan ablanın tavır ve tutumları nedeniyle tutmayınca yukarıda bahsini ettiğim olayın “TKP/ML TİKKO üyelerince gerçekleştirilen eylem olduğu” ve bunu da Engin’in hem talimatı hem katılımıyla yüzleri maskeli, elleri kalaşnikoflu 8 kişilik bir ekip tarafından gerçekleştirildiği konusunda gözaltına alınanlara kabul ettirilmeye çalışılıyor.

(…)

Peki ya ben? Bu olaydan tam tamına 2 yıl sonra 24 Kasım 2010 tarihinde, öğrencisi olduğum Balıkesir Üniversitesi’ne giderken gözaltına alınıp tutuklanıyorum! Yüzüme taktığım maskeden ötürü kimliğim ancak deşifre edildiği ya da çok sıkı bir gizlilik içinde yaşadığımdan mı? İsmim, cismim, her şeyimle daha en başından beri dosyada anılan ve bilinen ben, her ne hikmetse malum olaydan tam iki yıl üç ay; olay kapsamında gerçekleştirildiği iddia edilen ilk gözaltı ve tutuklamalardan ise bir yıl üç ay sonra gözaltına alınıp tutuklanıyorum. Bu süre zarfında üniversite sınavlarına girip çıkıyor, kazandığım okula kayıt için Balıkesir’e gidip geliyor, hepsinden önemlisi de en az üç defa İstanbul Maltepe İlçe Emniyet Müdürlüğüne gidiyorum! Hiçbir şüpheye yer yok, tutuklandıktan sonra tüm detaylarına vakıf olduğum davada gayet net, daha en başından itibaren hem fiziki hem teknik takip altındayım. Fiziki ve teknik takibe alanlar, Maltepe İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne gidiş-gelişlerimi neye yormuşlardır bilemem ama ben hiçbir şeyden habersiz sürücü belge işlemleriyle uğraşıyordum.

Sevgili Suzan abla, abartısız hiçbir delil olmaksızın tam iki yıl tutuklu kaldı. Başta kalp olmak üzere ağır sağlık sorunları olduğunu ve hapishanede kesinlikle yeterli düzeyde tedavi olamayacağını çok iyi bilen mahkemenin tahliye kararı keyfi olarak ancak üçüncü duruşmada gelebildi. Sevgili Suzan abla tahliyesinden çok kısa bir süre açık kalp ameliyatı için yatırıldığı masadan bir daha kalkamadı. Muharrem Karagül… (Çok şükür ki) sadece iki günlük farkla “olay” tarihinde 18 yaşından küçükmüş, bu nedenle dosyası ayrıldı, çocuk mahkemesinde yargılanmaya başladı. ACM’deki ilk duruşmasında tahliye edilmeyen Muharrem, çocuk mahkemesinde çıkarıldığı ilk duruşmada tahliye oldu ve beraat etti. Lakin, Muharrem, tahliyesinden hemen sonra yaptırdığı sağlık kontrollerinden VEREM olduğunu öğrendi! Muharrem sapasağlam girdiği ve yaklaşık bir yıl kaldığı Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Hapishane’den VEREM HASTASI OLARAK ÇIKTI!

İkinci yılını dolduracak olan tutukluluğum süresince sadece dört defa duruşmaya çıkarıldım. Her seferinde aynı gerekçeyle “suç niteliğinin vasfı, kaçma ve delilleri karartma” şüphesiyle “tahliye talebim reddediliyor.” “Hatırlı sanıklardan olmadığımız, aksine İstanbul’un kenar semtlerinden birinde yaşayan “varoşlu çulsuzlardan” olduğumuz ve tabii ki “yasadışı TKP/ML TİKKO örgütü üyesi” olmakla suçlandığımız için yargılanmamızın nasıl gerçekleştiğini hangi şartlarda hapsedildiğimizi tahmin etmek zor olmasa gerek! Kapatıldığım Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Hapishanede, Pozantı’daki Kürt çocuklarınınkine benzer “ŞEYLER” yaşamadığım için şükür mü etmem gerekiyor yoksa?

Haksızlığa, zulme ve soysuzlaşmaya karşı çıkıp isyan etmek için illa bire bir yaşamak gerekmiyor. Karşı çıkmak ve isyan etmek için görmek, duymak, bilmek ve tanıklık etmek fazlasıyla yeterli bir nedendir! Bedeli ne kadar ağır olursa olsun, gördüğümüz, duyduğumuz, bildiğimiz, tanıklık ettiğimiz gökkubenin altındaki ezilenlere ve mazlumlara reva görülen her türlü haksızlığa, zulme ve soysuzluğa karşı çıkmak en temel yaşam gerekçemiz olmalı…

Bu inanç ve düşüncelerle, kapatıldığım F tipi hapishaneden sizleri selamlıyor, çalışmalarınızda kolaylık ve başarılar diliyorum.

Hüseyin Polat

2 Nolu F Tipi Hapishane

Tekirdağ

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu