GüncelManşet

Tutsak ÖG okuru yazdı: “Yaşamı omuzlayan kadın”

Temmuz ayını bitirdik, Ağustos’tayız. Olgun bir yaz mevsimine yürünmekte. Tatil havasına bırakmış kendini çocuksu sokaklar. Bağlar, bahçeler ve parkla bu sevinci yaşıyor… Bense duygularımla ortak oluyorum bu yaşantıya…

 Ne yazık ki kısa sürüyor… Bu sabah gazeteleri gözden geçirirken, şöyle bir habere denk geldim.

Isparta’nın Yalvaç ilçesinde yaşayan Melahat teyzenin diktiği elma ve dut ağacını komşularının şikayeti üzerine belediye tarafından kesilmiş… Melahat teyze duygularını şöyle anlatıyor: “Bu fidanlara çocuk gibi baktım… Bir ağacı sığdıramadılar… Şurada yeşillik olsun, gelen giden çoluk çocuk yesin diye diktim. Kime en zararı vardı?” (Hürriyet Gazetesi 15.07.2017) Ama geri durmamış, ağacını omuzlayıp kesenlerden hesap sormaya gitmiş…

Ağacın, yani yaşamın katledilmesi üzüldüm. Ama sevindiğim bir şey var. Ne biliyor musunuz? Hala insanlığını kaybetmemiş insanlar var… İşte bu fotoğraf kapitalizmin yenilgisidir. Ve Melahat teyzenin üstünde başarılı olamamıştır. Çünkü, o güzelliğin dayanışma, paylaşma yani ortak bir yaşam olduğunu, aynı zamanda özel mülkiyetin insan duyarlılığını sakatlayan yönlerden de kurtarmak olduğunu sözleriyle bize anlatıyor…

Melahat teyze şikayetçi komşuları gibi bireyselleşip sistemin etkisine girmemiş, kendi varlığını içinde bulunduğu yozlaşmış, insanların birbirine olan değeri, sorumluluğu ve önemini yitirdiği böylesi koşullarda korumasını bilmiştir…

Diktiği ağaçlar için sarfettiği gelip geçen, çoluk çocuk yesin sözleri ve ağaçları söküldüğü için gidip hesap sorması, kolektif yaşama olan özlemi ve ataerkil zihniyete karşı mücadeleyi temsil eder.

Ağaçları söküldüğü için oturup ağlayarak ya da yanındaki komşulara dert yanıp, sitem etmekte bulmamıştır çareyi, tam tersine gidip bu cinayeti işleyen ataerkil zihniyetten hesap sormuştur. Ben burada yaşama saygı görüyorum. Emeğin, emekçiliğin ne demek olduğunu bilen toplum olduğumuzu hatırlatıyor bana.

Emek ve emekçiyle empati kurma var burada. Ortak yaşama özlem var. Özel mülkiyete karşı mücadele var. Özel mülkiyetin gelişmesiyle birlikte insan, kendi insanlığını bırakarak yol almaya başladı.

Sadece “insan”mış gibi yaşadığını sanmaktadır. Oysa ki onu var eden tüm değerlerden uzakta ve buna insanlaşma demekte…

Doymak bilmeyen aç gözlülükle sağına, soluna saldıran bu vahşi yaratık HES, baraj, termik santrallerle doğayı katlederek yaşam alanlarımızı yok ediyor. Melahat teyze gibi kendimizi sorumlu hissedelim, benim memleketim değil benim ağacım-bahçem değil, benim için mi çalışıyor demeyelim.

Yapılar barajlar, grevler, işçi cinayetleri, kadın cinayetleri hepsi bizi ilgilendiren sorunlardır. Çünkü, biz bu toplumun bir parçasıyız. İnsanlaşmada en önemli olan şey, sorumluluk bilincinin oluşmasıdır.

Şöyle diyor Serd Tebel; “Kuşkusuz kazanılan bu yaşam savaşındaki en önemli etken insan gruplarının birlikte ve aynı amaca yönelik hareket etmesi ve herkesin toplumu ilgilendiren işlevlerden sorumlu olduklarının bilincine varmamalarıdır.”

Bu sorumluluk duygusu insanı içinde bulunduğu yaşamı sorgulamaya iter. Sorgulayan insan, kendisini yeni baştan üretir ve yaşanan sorunlara, bana karışmayan yılan bin yaşasın, gemisini kurtaran kaptan gibi bireysel, bencil duygulardan sıyrılarak kapitalist sistemin etkisinden kurtulmuş olur ve onun etkisinde kalanların saldırılarından etkilenmez. Yaşamı bir bütün ele alır.

Sadece kendinden ibaret görmez. Bugünkü koşullara baktığımızda kapitalizm insanlığın gelişim sürecini durdurmuştur. İlk başta saldırdığı yer ise kişinin, toplumun sorumluluk bilincidir. Sorumluluk bilincini yitiren insan Melahat teyzenin dediği gibi bir ağacı içinde barındıramaz. Yaşamı sahiplenmek yerine, onun yok edilmesi için şikayette bulunur…

Marks şöyle der: “Özel mülkiyet çerçevesinde şeyler ters bir anlam kazanırlar. Herkes bir başkanına yeni bir gereksinme yaratıp onun yeni bir bağımlılığa sokmaya, yani fedakarlıklara sürüklemeye, yeni bir doyum yoluna alıştırmaya, herkes başkasının içinde dışsal bir egemenlik kurup kendi bencil gereksinmelerini doyurmaya başlar. Her yeni ürün, karşılıklı dolandırıcılık ve karşılıklı soygunculukla yeni bir potansiyeli temsil eder. İnsan insan olarak yoksullaşır.”

İnsanlık yoksullaşmanın doruğunu yaşamaktadır. Özel mülkiyet koşullarında kapitalizm insan üzerinde hakimiyet kurarak, insanı ürettiği araçların kölesi haline getirmiştir. Ve insan da giderek araç haline gelmiştir.

nuriye semihBöylelikle insan kişiliği kendi ürettiği araçlar tarafından ele geçirilmiştir…

Böylesi koşullarda; aşkın, arkadaşlığın, özlemin, sevginin yani ortak yaşamın anlamı, içeriği değişir…

Bu yaşam insanın insanlaşmasına değil giderek Marks’ın dediği gibi insanın yoksullaşmasına yol açar… İnsan olarak yoksullaşmamamız için paylaşmaktan ve ortak üretmekten vazgeçilmemelidir.

Vazgeçildiğinde ve bunu alışkanlık haline getirildiğinde değişime, çürüme ve en önemlisi boyun eğme başlar… Değişimin, çürümenin ve boyun eğmenin başladığı yerde insanlık insansızlaşır.

Bugün olduğu gibi… İnsansızlaşan böyle toplumlarda insan kalabilmenin yolu; ağlamak, dert yanmak olmamalı, tam tersine mücadele olmalıdır.

Melahat teyzenin yaptığı gibi, Semih ve Nuriye gibi, işte bizi insan olarak, insansızlaşmış toplumun içinde sağlam tutan hesap sorma yani mücadele etme bilinci olacaktır. Çünkü, insan insanlaşmada ilk önce içinde bulunduğu koşulları değiştirerek işe başlamıştır. Birlikte hayvan avlamalarından ve paylaşmalarından sorumluluk duygusu oluşmaya başlamıştır.

Bizler de içinde bulunduğumuz bu yozlaşmış toplumu mücadele ile değiştirerek insanlaşalım.

Ve ilk elden özel mülkiyete dayalı tüm alışkanlıklar terk edelim. Çünkü alışkanlıklar değiştiğinde kişi, toplum yani dünyanın kendisi de değişmiş olacaktır.

Yoksa Melahat teyzenin komşuları gibi kalınır; “Şikayetçi olarak!”

(Tutsak bir ÖG okuru) 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu