GüncelMakaleler

MAKALE | Gıda Tohumdur, Tohum Hayattır!

"Uluslararası tarım tekellerinin, tarım ürünlerinin üretiminde kar marjlarını kat kat artırmak için geliştirdikleri yöntemler gıdaların, tohumların yapısını ve genetik özelliklerini bozması bu açılardan sıradan bir olay değildir"

Dünyada bundan 12 bin yıl önce tarımsal üretim faaliyetinin ilk yapıldığı bölgelerden olan Anadolu, Mezopotamya coğrafyasının binlerce yıl geriye uzanan tarımsal üretim geçmişi çıkartılan “Tarım Kanunu” (11 Ekim 2006 tarihli 5553 sayılı yasa) ve 19 Ekim 2018 tarihinde resmi gazetede yayınlanan “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik” ile birlikte emperyalist kapitalist çokuluslu gıda ve ilaç şirketlerine siyasi iktidar partisi tarafından devrediliyor/teslim ediliyor.

Bu kanun ve yönetmeliğin anlamı milyonlarca köylünün-üreticinin binlerce yıllık yerel geleneklere dayalı tarımsal faaliyet birikiminin tarihin imbiğinden süzülüp gelen tecrübe ve kültürel aktarımının geri dönüşü imkânsız bir şekilde yok edilmesidir, elbette yeni de değildir.

Yayınlanan yönetmelik, neo-liberal serbest piyasa rejimi kapsamında herkese ıslahçı olma “hakkı” tanımış olsa da pratikte yaşamın olağan akışı içinde hiçbir karşılığı yoktur. Milyonlarca yoksul köylü ‘normal’ piyasa koşullar altında bile yaptığı tarımsal üretim ile geçimini sağlayamazken birçok prosedüre tabi olan ve her biri için ayrı ayrı finansal işlem gerektiren tohumu sertifika-tescillendirme süreci küçük üretici için baştan çıkmaz sokaktır. “Herkes ıslahçı olmadığı gibi tohum tescili de yaptıramaz.

Çünkü başvurudan tescile kadar başvuru ücreti, teknik inceleme ücreti, isim inceleme ücreti, itiraz ücreti, tescil ücreti, zorunlu lisansla ilgili arabuluculuk ücreti, suretlerden alınan ücretler, yayın ücreti…  5553 sayılı tohumculuk yasası kapsamında çeşit tescili için; başvuru inceleme ücreti, üretim inceleme ücreti, standart tohumluk kayıt ücreti…” (Sadık Turan, Tüm Köy Sen Genel Başkanı) şeklinde ücret listesi uzadıkça uzuyor. Bu bürokratik ve finansal işlemleri aşabilen üretici için yeni engeller sırada bekliyor; ziraat mühendisi çalıştırma, laboratuvar sahibi olma, fide sahibi olma, fide üretimi için en az 2 hektar yetiştirme serası, bombine tohumlama makinası vb. gibi.

Bütün bu güçlükler köylü üretici tarafından hasbelkader yerine getirilse bile, yerel tohum tescil patenti alsa da piyasadaki büyük endüstriyel petrokimya ve ilaç tekelleri karşısında rekabet gücüne sahip olmadığı için ürününü, tohum tescil belgesini elinde tutamayarak devretmek zorunda kalacaktır. Özcesi köylü için bireysel bir şekilde tohum tescil sertifika belgesi almak mevcut şartlar altında imkânsız gibi bir şeydir.

Tarımsal üretim sürecinde köylü için tohum ayrıcalıklı özel stratejik bir öneme sahiptir. Çünkü “tohumu kendi ürününden alan çiftçi dışa bağımlı olmadan kendisinin ve ailesinin hem gıda ihtiyacını hem de geçimini karşılamaktadır. Yetiştirdiği yem bitkileri ile hayvanlarını, ektiği baklagil gibi azot bağlayıcı ürünler ile toprağının verimliliğini yeniden üretebilmektedir.” (Fatih Özden, Praksis Dergisi, Sayı 43) Buna karşılık çıkan yasa ve yönetmelik ile birlikte köylü ürününe yabancılaşacak, ürettiği ürün hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayacak, kendi yerel tohumu hakkında binlerce yıllık üretim süreci sonucunda elde ettiği bilgi, geleneksel/kültürel aktarım yoluyla edindiği tecrübe birikimi bir çırpıda yok olacak, elinden alınacak.

Laboratuvar ortamında kimyasal işlemlerden geçmiş ıslahı sürecinde elde edilen tohum hangi özellikler taşıyor vb. gibi şeylerde bilgi tamamen kapitalist gıda şirketlerinin kontrolünde olacak, köylüye para karşılığı satılan bir meta haline dönüşecektir. O da sınırlı, yüzeysel bir bilgi ‘paylaşımı’ şeklinde olacaktır.

Geleneksel tarım üretiminin ilk basamağı olan (yerel) tohumun değişen iklim koşulları ve oluşum hastalıklara karşı, bitki zararlarına karşı geliştirdiği doğal evrimsel dönüşüm savunma mekanizması köylü için tohumunu, üretimini değerli kılarken şirketlerin kimya laboratuvarlarında ürettiği tohumun piyasaya hâkim olması köylünün sadece mahsul kalitesini değersizleştirmiyor. Aynı zamanda toprağı üzerindeki egemenliğini de kaybettirerek endüstriyel tarım pazarı için üretim yapan, kapitalist ve yerli işbirlikçi şirketlerin denetimine ve kontrolündeki üretim rejimine teslim ediyor. Kendisi için, kendi çeşit popülasyonunu belirlediği geçimlik üretim modeli yerine sermayenin belirlediği genetiğiyle oynanmış tohum çeşitleriyle yapılan popülasyonu çok renkliliğini de kaybettiren Pazar için üretim yapan rejim modeline hapsolmak, köylüyü toprağında sözleşmeli üretim yapan ücretli şirket işçisi durumuna indirgiyor.

IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün uygulayıcısı olduğu emperyalist kapitalist gıda ve ilaç tekellerinin tarım politikaları neo-liberal serbest piyasa ekonomisiyle yarı-sömürge ülkelerde “tarım yasalarıyla” hayata geçiriliyor. Bugün dünya tohum pazarı birkaç tane çokuluslu şirketin elindeydi. 10 şirket ise bugün yüzde 90 civarında bir oranı kontrol ediyor. Tarım ilaç pazarının yüzde 62’si 5 şirketin elinde. Kimyasal gübrede de benzer bir yerli, 32’si yabancı yabancı sermayeli, 22’si yerli-yabancı ortaklı şirketlerdir… Yabancı şirketlerin mısır, şeker pancarı, ay çiçeği tohumunda Pazar payı yüzde 90’a ulaşmıştır.” (Necdet Oral, BirGün Pazar) yerli şirket sayısı yüksek olsa da piyasaya hâkim olan şirketler kapitalist sermaye tekelleridir. Onların belirlediği tarım/tohum politikası pazarda hayat buluyor, uygulanıyor.

Bugün meşhur Sultaniye üzümü geleneksel üretim ilişkisinin tasfiye olması nedeniyle yerli olma vasfını kaybetmiş ve Sultaniye’deki tohumlar da Güney Amerika ülkesi Şili menşei taşımaktadır. Tekirdağ Hayrabolu karpuzu tohumları da Güney Amerika’dan gelmektedir… Örnekler uzadıkça uzuyor. Dünyanın en büyük ikinci üzüm ekim alanına sahip coğrafyamızda durum bu şekildedir!

Emperyalist kapitalist gıda şirketlerinin çıkarları, istekleri doğrultusunda çıkartılan “Yerel Çeşit Kayıt Listesi Yönetmeliği” köylü için birçok alanda yeni ek yükümlülükler getirmektedir. Bir tohum türü X bölgesinde sertifika almış ise başka bir bölgede ekim için kısıtlanması söz konusu olabilecek. Anadolu’da kimi tohum türleri birçok bölgenin coğrafik iklim koşullarına uyum sağladığı için ekimi yapılıyor. X bölgesinde Yerel Çeşit Kayıt Listesi sertifikası almış bir ürün bölgesinde üretimi izne tabi olabileceği gibi yasaklanabilecekte. Veya kendi yetiştirmiş olsa bile para ödeyerek ekim yapabilecek. 10 bin lira para cezasıyla yüz yüze kalacak. Maruz kalacağı yaptırımlar sadece bunlar ile de sınırlı değil, 5 yıl tarlasının ekimi yasaklanabilecek. Ceza yaptırım listesi daha bitmedi: “Çiftçi Kayıt Sistemi”nden çıkartılabilecek (mevcut tarım yasası sübvansemi sadece Çiftçi Kayıt Sistemi’nde yer alanlara veriyor) tarım desteği, yardımından da mahrum bırakılacak.

2006 yılında 5553 sayılı “Tohum Kanunu” ile uygulamaya sokulan ve köylüye kendi yetiştirdiği mahsulden elde ettiği tohumu satma, ticaretini yapma hakkının yasaklanmasından sonra köylüler, ekolojik yaşam savunucuları ve doğa dernekleri tarafından yerel tohumun önemi ve varlığının korunarak devam ettirilmesi için ayrı ayrı bölgelerde ‘Tohum Takas Şenlikler’ düzenlenerek bir araya gelen köylülerin buralarda ürünlerinden elde ettikleri tohumları karşılıklı takas ederek ihtiyaçlarını buralardan karşılıyor ve yerel tohumun emperyalist kapitalist gıda ve ilaç tekellerinin topyekûn kontrolüne girmemesi, teslim olmaması için mücadele ediliyor.

2017 yılında siyasi iktidar partisi tarafından kamuoyuna duyurulan yerli ve milli tarım politikası kapsamında uygulanmaya başlanan “sertifikalı tohum” 19 Ekim 2018 tarihinde “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik”in resmi gazetede yayınlanmasıyla birlikte yerel tohumun takası da yasaklanmış oldu.

Resmi gazetede yayınlanarak uygulamaya sokulan bu yönetmelik komprador burjuva rejimin kendi göstermelik burjuva feodal yasalarına bile aykırıdır. Anayasanın 168. maddesi “tabi servet” niteliğinde olan şeyler için özel mülkiyete konu edilemez, sadece kanun ile nasıl kullanılacağı düzenlenir diyor. Yani tohumun patenti bireye veya özel şirketlere verilemez dense de pratikte her şeyde olduğu gibi sermayenin ihtiyaçlarını neyi gerektiriyor ise o doğrultuda hareket ediliyor.

 

“İlaç sadece bitki zararlarını değil çevrede ki tüm canlı türlerini de yok ediyor”

Başta ABD olmak üzere emperyalist kapitalist ülkelerde 1950’lerden sonra başlayan tarım alanında sanayi teknolojisinin egemen olması tarım alanında hızlı bir gelişimi de beraberinde getirmiş, 1970’lere gelindiğinde ise dünya tohum sanayisi çokuluslu

Bu politika doğrultusunda yarı sömürge ve yarı feodal ülkelerde çok uluslu petro-kimya ve ilaç şirketleri laboratuvarlarında genetiğine müdahale edilmiş tohumlar köylülere önce ücretsiz, sonra çok düşük ücretlerle ‘mucize tohumlar’ olarak dağıtıldı.

Tohumlar her tür hastalığa dayanıklı, yüksek verimliliğe sahip denilerek köylülere dağıtıldı ve karşılığında ise (Hindistan örneği yaşanan acı bir tecrübe olarak insanlık dramının resmini oluşturuyor) binlerce yıllık alın terinin, emeğin ürünü olan ata tohumları köylünün elinden toplanarak şirketin kasalarına aktarıldı, imha edildi! Bu şekilde köylünün elinde yerli tohum bırakılmadı. Hindistan’da 16 tohum şirketini 1 tane emperyalist-kapitalist kimya tekeli satın alarak ekim yapmak zorunda bırakıldı.

Geleneksel yöntemde köylü elde ettiği ürün içinden tohumluk olacakları seçerek bir sonraki yıl ücret ödemeden tarlasında kullanırdı.  Hibrit tohumda ise elde edilen üründen tohum elde edilemiyor, tohum kendini imha ediyor. Hibrit tohum mahsulünden de ‘tohum’ alınmakta ama ‘küçük bir farkla’ bu tohumdan elde edilen ikinci mahsul bozuk, kalitesiz, verimsiz olduğu için hiçbir işe yaramıyor. Bir değer taşımadığı için doğal bir şekilde üretici ekimden elde ettiği tohumu kullanamıyor ve yeniden şirketlerden tohum satın almak zorunda kalıyor.

Hibrit tohumla ilk yıllarda iyi verim alınmış olsa da geçen zaman içinde hibrit tohumların ihtiyaç duyduğu gübre ve ilaçlar toprakta tahribata neden oldu. Petro kimya ve ilaç laboratuvarlarında üretilen tohumlar(üzerleri koruyucu ilaç kaplamalı) tamamen şirketlerin kar marjlarını yükseltmek için tasarlanmış olduğundan, tohumlar üretilirken içlerine özel olarak hastalık yerleştiriliyor ve köylü tohumunu aldığı şirketten ilaç ve kimyasal gübre de satın almak zorunda kalıyor. İlaç sadece bitki zararlarını değil çevrede ki tüm canlı türlerini de yok ediyor.

Gübredeki kimyasallar toprağın doğal yapısını bozuyor. Gübre ve ilacın yaygın kullanılışı biyo çeşitliliği de beraberinde yok ediyor. Toprakta bitki çeşitliliği için gerekli olan mineraller azaldığı veya yok olduğu için de orta ve uzun vadede ekimde ve üründe belirgin bir verim artışı oluşturmuyor. Her yıl parayla tekrar tekrar tohum almak zorunda kalan milyonlarca köylü derin bir borç batağı içine düşürüldü. Borç yükü altında her yıl biraz daha ezilen yüzbinlerce (270 bin) yoksul köylü daha fazla dayanamayarak intihar etti! Yeşil ‘devrimin’ ‘mucize tohumları’ köylünün sonunu hazırladı, üreticiyi gıda ve ilaç tekellerinin sözleşmeli kölesi haline getirdi.

Hindistanlı köylü kadının anlatımına kulak verelim “Köyümüzdekiler ve çevre köylerdeki tüm köyler, ata tohumunu bırakarak şirketlerin dağıttığı tohumları kullanmaya başladı. Ben abime çok yalvardım, biz kendi tohumumuzu kullanalım diye. Ama bir müddet sonra abim de diğer köylüler gibi şirket tohumunu kullanmaya başladı. Çok geçmeden hibrit tohumların gerçek yüzü anlaşılmaya başladı fakat iş işten geçmişti bir kez. Köylü yerel tohumlarını şirkete verdiği için elinde tohumu kalmamıştı.

Ekim yapabilmek için tohuma, gübreye, ilaca ayrı ayrı para ödemek zorunda olduğu için bir süre sonra borç yükü altında ezildikçe ezildi, çaresiz bir şekilde intiharlar başladı. Ben de her gün korku ile uyandım, acaba abim de dayanamayarak intihar etmiş miydi diye. Korkarak oda kapısından onu izledim… Abimden gizleyerek sakladığım yerli tohumlar vardı… Onları tekrar tarlamıza ekmeye başladık. Onları saklamış olmasaydım, şimdi hiçbir şeyimiz kalmayacaktı.” (Tohum Belgeseli)

Tohum üzerindeki egemenliğini kaybeden Hindistan köylüsünün yaşadığı acı tecrübe bugün coğrafyamızda aynı eller tarafından bir kez daha uygulamaya sokuluyor. “Tohum başkaldırıdır, toprağa düştüğü andan itibaren değişime uğrayarak kendi kabuğunu ve yer kabuğunu kırarak yeni bir yaşam filizlendirir. Bu nedenle tohum yaşamdır, tohum kültürdür, tohum tarihtir, tohum insanlığın müştereklerindendir.” (Adnan Çobanoğlu, Çiftçi Sen Genel Başkanı) Tohum emeğin, alın terinin toprağa isyanı, yüzünü karanlıktan güneşe döndürmenin, bereketin adıdır.

Uluslararası tarım tekellerinin, tarım ürünlerinin üretiminde kar marjlarını kat kat artırmak için geliştirdikleri yöntemler gıdaların, tohumların yapısını ve genetik özelliklerini bozması bu açılardan sıradan bir olay değildir.

Gıda canlı yaşamında, özel olarak inşa yaşamında en temel öğedir. Bu öğe tarım tekellerinin yüksek kar hırsları uğruna bozulurken, insan sağlığı ile direk, doğrudan oynanmış olmaktadır. Kanser hastalıklarının, obezitenin, şeker hastalığının vs. bu şekilde artmasının temelinde geleneksel-yerli tohumun yok edilip( Bugün kullanılan buğdaydaki kromozom sayısının 24’ten 12’ye düşmüş olması gibi) suni tohumlarla (hibrit, tek kullanımlık) tarım üretiminin egemen hale getirilmesi yatmaktadır. Bu nedenle tüm halkımızın gıda tohumdur, tohum hayattır diyerek emperyalist-kapitalist tarım politikalarına karşı örgütlü mücadele yürütmesi elzemdir.

Bu durum artık tüm insanların sağlığına, yaşamına büyük bir tehdit haline gelmiştir. Birkaç büyük kapitalistin, kar için tüm insanlığın yaşamını, sağlığını, kadim kültürü ile oynanmasına ancak bu şekilde dur demek mümkündür aksi zaten tersini üretmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu