Yorum

Ortadoğu gerçeği: IŞİD

Ortadoğu ve Türkiye’de, sistem kendini ihtiyaca göre yeniden dizayn etmeye çalışıyor. Bu dizaynın bir kısmı masa başlarında olurken, esas kısım; kanlı canlı bir şekilde savaşlar halinde sahada yaşanıyor. Sahada, çok farklı gruplar, örgütler ve devletler mevcuttur. Bunların arasındaki bağlantılar, mücadele amaçları, güçleri vb. konuların anlaşılması, bir ölçüde bu coğrafyada daha net bir fotoğrafın ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

Ortadoğu’da sistemin bu son dizayn hamlesinin tüm çelişkileri ve çatışkılarıyla birlikte 2000 sonrasında başladığını söyleyebiliriz. 11 Eylül eylemlerinden sonra El-Kaide’nin merkezi olan Afganistan’a yönelik saldırı ve işgal girişimlerinin peşinden hedef gösterilen Irak’a ABD’nin girmesi önemli bir dönüm noktası olarak ele alınabilir.

Siyasal İslam’ın gelişmesi ve başta ABD olmak üzere güçlü saldırılarla varlığını göstermesinin akabinde tüm dünyada “medeniyetler çatışması” kavramı dolaşıma sokuldu. Mesele “ilericilik-gericilik” ikilemi içerisine sokularak emperyalist-kapitalist ülkelerin halkları “çağdaşlık” mitiyle devletlerin arkasına alınmak istendi. Ki burada büyük bir başarı da kazanıldığını biliyoruz. Bu kutuplaştırmada “gerici” olan, “barbar” olan elbette ki dini mücadele aracı olarak kullanan Ortadoğulular, Müslüman halk oldu. İslamafobi, en çok kullanılan kavramlar arasında üst sıralara tırmandı. Halklar birbirinden ayrıştırılarak, kutuplaştırılarak sistemin bu yeni dizayn savaşında yedek güç haline getirilmek istendi. Artık dünya halkları ikiye ayrılmış gibidir; bir kesimin kutsal değerleri, inançları, değerleri, diğer kesimler tarafından lanetli, aşağılık olarak görülmektedir.

Genel durum buyken, komünist devrimcilerin görevi bu tabloda çok daha önemli hale gelmektedir. Halklar arasında inanç üzerinden yaratılan bu kutuplaşmanın gerçek yüzünü yani sınıf mücadelesi eksenini açıklayabilecek ve halkların ortak mücadelesini egemenlere karşı savaşa yönlendirebilecek tek güç; hiçbir dil, din, ırk, mezhep, cins ayrımı gözetmeden tüm ezilenleri kendi bayrağı altında toplayabilecek bir ideolojiye sahip olan komünist devrimcilerdir.

Bunu yapabilmenin yolu, dar, yüzeysel yaklaşımlara, pozivitizmin getirdiği tek yanlılığa düşmeyerek ve modernizmin elitist/laik ve kültürelci özelliklerinden sıyrılarak çözümleme yapmaktan geçer. Hatta öyle ki, içinde yaşadığımız toplumun özellikleri düşünüldüğünde, gelenekçi yana çubuk bükmek olguların daha rahat anlamlandırabilmesi olasılığını güçlendirebilecektir. Burada özellikle Türkiye solunun bir kısmının Kemalizm’den bulaşık olan ve inançlarından dolayı halklara her çeşit zulmü reva gören laik/modernist yapısını hedef olarak belirttiğimizi vurgulayalım. Çünkü Türkiye’de de halk, her gün daha net olarak ortaya çıktığı gibi, Sünni-Alevi, Türk-Kürt kamplaşmasını çok derin bir şekilde egemenlerin yönlendirmesi sonucu yaşamaktadır.

 

Emperyalist saldırıların kılıfı: Çağdaşlık

İlk eşbaşkanlığını Türkiye’nin yaptığı, yıllardır herhangi açık bir icraatının görünmediği BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)’un amacı  tam da halklar arasındaki bölünmeyi derinleştirmek amacını gizlemek için “uygarlıkların buluşması” olarak ortaya konulmuştu. Emperyalist işgaller, saldırganlıklar için bulunan ideolojik kılıf buydu. Oysaki amaç emperyalist kapitalist sistemin yaşadığı ekonomik krize; yarı sömürge, yarı feodal ülkelerdeki sömürüyü derinleştirerek “çözüm bulmak”tı. 1980’li yıllardan itibaren neo-liberalist politikaların yarı sömürge ülkelerdeki adı; gümrük duvarlarının kaldırılması, sermayenin önündeki tüm engellerin yok edilmesiydi.

ABD ve AB’nin başını çektiği emperyalist kapitalist blokun amacı SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni ülkelerle soğuk savaş döneminde SSCB’nin yanında tavır alan ülkeleri kendi sermayelerine açmaktı. Önceden girilen yerlerde ise sermayenin önünü tamamen temizlemekti.

Plan buydu ve sermayenin içinde bulunduğu krizden çıkış için zorunluydu. Dolayısıyla, her çeşit savaş, işgal, katliam bu doğrultuda meşruydu! Orta Asya ülkeleri dışında, bu ülkeler önemli oranda Ortadoğu ve Kuzey Afrika denilen kesimde kümelenmişti.

Bu ülkelerin en önemli özellikleri, geçen yüzyıldan beri diktatoryal rejimlerle yönetilmeleri ve özellikle ABD/AB ile zayıf ekonomik/politik ilişkileriydi.

Diktatörlükle yönetilmeleri; kendi halklarında da çok büyük tepkiye yol açmıştı! Tunus, Mısır, Suriye aynı zamanda modernist projeleriyle, halkın geleneksel inanışı olan Müslümanlık üzerinde yoğun bir baskı kurmuştur. Yoksulluk, ezilmişlik, baskı her açıdan katmerli bir şekilde yaşanıyordu.

Bu ortamda en çok gelişmesi gereken örgütlenir. Komünist Partiler olduğu varsayılır. Gerçekten de hemen her ülkede kurulmasına rağmen ya Kruşçev’den sonra Sovyet revizyonizminin etkisinde kaldıklarından ya da yine bu nedenle iç içe geçmiş şekilde “sol” adı altında çağdaşlık hedefiyle, modernizmi benimsedikleri için halkların temsilcisi haline gelemediler. Halklar, çok farklı isimler taşıyan ve cihatçı özelliğiyle tüm tepkilerini ortaya koymalarını sağlayan dini örgütlerin çatısı altında toplanmaya başladı.

Hizbullah gibi örgütlerin varlığı gibi yönelimi, ilişkileri, beslendiği kaynak itibarıyla düşman cephesinde konumlandırabilen IŞİD gibi güçler de  ortaya çıkmıştır.

IŞİD’in en katı şekilde şeriatı savunması ve “devlet” ilan ettiği coğrafyada şer’i hükümlere göre ekonomik/politik ve askeri bir düzen kurması, hukukunu buna göre işletip tüm dünyada “vahşilikle” suçlanan eylemler yapması; gericilik/ilericilik, barbarlık/çağdaşlık ekseninde, medeniyetler savaşını gündeme daha sıcak bir şekilde taşımıştır. Komünist devrimcilerin bu tanımı kabul etmesi mümkün değildir. Nitekim biraz objektif değerlendirme yapan yayınlara, araştırmalara bakıldığında durumun sınıfsal değerlendirmesi ve Ortadoğu’da bu eksendeki mücadelenin yansıması olduğu rahatlıkla ortaya çıkarılabilir.

 

IŞİD Frankeştayn canavarı mıdır?

IŞİD ilk olarak 2002 yılında El Kaide’nin Irak kolu olarak kuruldu. Merkezi Afganistan iken Irak’a gitmesinin nedeni, o dönem Irak’ın ABD’nin işgal tehdidi altında bulunmasıydı. Baas güçleriyle yakın işbirliği yaparak Sünni aşiretlerin desteğini aldı. Afganistan’a göre coğrafi olarak daha fazla yayılma ve büyüme şansının olduğu kısa zamanda ortaya çıktı. Kısa bir süre içerisinde Afganistan’daki El Kaide’nin önüne geçti. Hem daha radikal eylemler yapmasıyla Müslüman gençlerin daha çok dikkatini çekiyordu hem de faaliyet gösterdiği Irak ve Suriye’nin yer altı/yerüstü zenginlikleri sermaye ihtiyacını fazlasıyla karşılıyordu. Bunlar kadar çok önemli olan bir diğer konu da Afganistan’la karşılaştırılamayacak ölçüde emperyalist kapitalist ülkelerin birbiriyle çatıştıkları, çelişkilerinin yoğun olduğu bir coğrafyada olmasıydı.

Emperyalist kapitalist ülkeler sadece IŞİD ve önceliyle değil, o bölgedeki birçok dini grupla ilişki geliştirdi, silah mühimmat sevk etti. Amaç neo-liberal sistemlerine direnen ulus devletçi yapılanmalarıyla ciddi bir engel olan Suriye ve Irak’ta özellikle gözden kaçırıldığı gibi bu tek yönlü “kukla”, “işbirlikçi” vs. şeklindeki ilişki değildi. Emperyalistlerin düzensizlik yaratmak için IŞİD’i kullandığı kadar IŞİD de onları kullandı.

Çok net vurgulamalı ki; IŞİD, bir Ortadoğu gerçeğidir! Hizbullah gibi, Müslüman Kardeşler gibi, Ensarullah Hareketi gibi! Yani emperyalistlerin beslediği sonra onları dönüp vuran bir Frankeştayn canavarı değildir! İslami/şeriatçı ideolojisiyle, Ortadoğu gerçeğinde aşiretlerle, devrik Baas güçleriyle işbirliği ve savaşın getirdiği parçalanmadan faydalanarak daha küçük grupları yutan, özellikle petrol sahalarıyla güçlü bir ekonomik güce sahip olan bir örgüttür! Dahası bu örgüt, geçirdiği alanlarda devlet gibi davranarak iktidarlaşmış ve kendi sistemini kurmuştur!

IŞİD, şeriatı savunsa da ilişkileriyle, ekonomisiyle kapitalist sistemin parçasıdır! Nasıl ki Suudi Arabistan’ın şeriatçı bir yapısının olması, bu sistemin bir parçası olmasını engellemiyorsa. Ama önemli bir farkla, IŞİD halen emperyalist kapitalistlerin istediği çizgiye gelmiş değildir. Kendisini güçlendiren, İslamcı güçleri kendine çeken anti ABD’ciliği ve Avrupa karşıtlığı; bu emperyalist grupların Ortadoğu hakimiyetini engellemektedir. Savaş da buradan beslenmekte ve büyümektedir.

Sonuç olarak; IŞİD ideolojisiyle, politikasıyla bir Ortadoğu gerçeğidir. Sistemle uyuşan ve uyuşmayan yanlarıyla birlikte bütünlüklü bir ele alış zorunludur. En önemlisi de “medeniyetler çatışması” tezinin beraberinde getirdiği her türlü oryantalist, elitist, batıcı yaklaşımdan kendini kurtarmaktır. Çünkü tüm bu kavramlar esas olan sınıf mücadelesi gerçeğinin üzerini örtmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu