DünyaGüncel

SÖYLEŞİ | “İşçi ve ezilenleri örgütlemeye devam edip, sınıf rejimini yenene kadar mücadele…”

Tunus’ta, Cumhurbaşkanı Kays Said 26 Temmuz’da Başbakan Hişam el-Meşişi’yi görevden alarak Meclis’in tüm yetkilerini dondurduğunu ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarını askıya aldığını açıklamıştı. Bu ve devamındaki gelişmelere dair Yurtsever Demokratik Sosyalist Partisi (PPDS) ile bir söyleşi yaptık.

Ekonomik kriz, pandemi, yoksulluk ve yolsuzluk nedeniyle uzun süredir eylemlerin dinmediği Tunus’ta, Cumhurbaşkanı Kays Said 26 Temmuz’da Başbakan Hişam el-Meşişi’yi görevden alarak Meclis’in tüm yetkilerini dondurduğunu ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarını askıya aldığını açıklamıştı. Bu ve devamındaki gelişmelere dair Yurtsever Demokratik Sosyalist Partisi (PPDS) ile bir söyleşi yaptık.

– “Arap Baharı” olarak adlandırılan ayaklanmadan bu yana, yaşanan sürecin genel bir özetiyle başlayarak, Tunus’un o zamandan bugüne siyasi anlamda bu aşamaya nasıl geldiğini anlatabilir misiniz?

14 Ocak 2011’de, Tunus tarihinin en büyük gösterilerinde yüz binlerce insanın sokaklara dökülmesi, aslında ülkeyi boğan son damlaydı ve dönemin cumhurbaşkanı-diktatörü Bin Ali’nin devrilmesine yol açtı. Tunuslular bu süreci yalnızca yolsuzluğa, zorbalığa, nepotizme, işsizliğe, yoksulluğa karşı 27 günlük bir isyan ve ayaklanma ile taçlandırmakla kalmadı, aynı zamanda ülkenin kaynaklarını 5 yıl boyunca çalan yozlaşmış, “halkçı, yurtsever ve demokratik” olmayan ve emperyalist çıkarlara hizmet eden bir rejime karşı süren onlarca yıllık mücadeleleri ve ayaklanmaları da taçlandırdı.

Tarihe baktığımızda önemli örnekler gösterebiliriz. Mesela, binden fazla isyankar işçinin, vatandaşın ve siyasetçinin öldürüldüğü 1978 Genel Grevi’nden bahsedebiliriz. Veya 1984’te yüzlerce insanın öldürüldüğü “Ekmek Ayaklanması’ndan. Başka bir örnek olarak son derece önemli olan, 2008’de Tunus’un fosfatla dolu olan en zengin bölgesindeki çaresiz, işsiz ve yoksul halkın, maden havzası isyanını da hatırlatmakta fayda var. İşçiler, kirlilik ve hastalıklardan mustarip olmaktan şikayetçilerdi ancak hiçbir ilerleme veya gelişme göremiyorlardı. Bundan dolayı sokaklara döküldüler ve tarihi oturma eylemleri düzenlediler. Bu eylemler 5 kişinin ölümüne, yüzlercesinin hapis cezasına çarptırılmasına neden olmuştu.

Kısacası, kullanmayı reddettiğimiz bir isim olan sözde “Arap Baharı” kıvılcımı ayrı bir olay değil, işçi sınıfının ve ezilen sınıfların çeşitli ayaklanmalarının devrimci bir süreciydi ve bu süreç, işçi sınıfının başta olanları devirmesini başardı ama ne yazık ki sınıf rejimini devirmeyi başaramadı. 25 Temmuz’a kadar iktidarda kalan Müslüman Kardeşler’in 2011’de seçilmesinden bu yana çalınan ve ihanete uğrayan bir ayaklanma oldu.

Peki siz Temmuz ayında yaşananları darbe olarak değerlendiriyor musunuz?

– Hayır, 25 Temmuz’da yaşananlar başka bir halk ayaklanmasıydı. Yüzbinlerce insan, 10 yıllık başarısızlığı, 10 yıllık tükenmeyen yalanları, gerçekleşmeyen vaatleri protesto etmek için sokaklara çıktı. 10 yıldır süren yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik var. 2010 Ayaklanması’nın da tam olarak aynı koşullara karşı bir protesto olduğunu hatırlayın. İnsanlar sokaklara “Yeter artık!” demek için döküldü. Sonrasında da Kays Said, bu fırsatı değerlendirdi. Said, eylemciler tarafından parlamentoyu dondurup, hükümeti feshetmeye zorlandı. Bu karar aslında eylemcilerin talepleriydi. Cumhurbaşkanı Said de, bu taleplere olumlu yanıt vermekten başka hiçbir şey yapmadı.

Dolayısıyla, biz PPDS olarak, ittifaklarımızla birlikte –bazı sol siyasi partiler, gençlik grupları, aydınlar ve bağımsız ilerici aktivistler– 25 Temmuz’da yaşananları, 10 yıldır iktidarda olan ve bütün suikastlerden, terörizmden, yoksulluktan ve yolsuzluktan sorumlu olan Ennahda’nın Müslüman Kardeşler’ini deviren bir ileri adım olarak görüyoruz.

Said, komünist veya devrimci değil ama en büyük düşmanımızdan kurtulmamız için doğru kararlar aldı ve kendisi aynı yolda devam etmek zorunda kalacak. Biz onun siyasi müttefiki olmayacağız. Onunla ittifak kurmayacağız ancak mevcut reformlar için baskı yapmaya ve mücadele etmeye devam edeceğiz. Ancak elbette sosyalist perspektifin demokratik yurtsever devrimi için de devrimci mücadelemizi sürdüreceğiz.

 

Kitleler öfke ve çaresizlik duygusuyla sokaklara çıktı!

– Cumhurbaşkanı Kays Said’in siyasi bir başarısı olmayan ve pek tanınmayan bir siyasetçi olduğu söyleniyor. Böyle bir siyasetçinin seçilmesi nasıl mümkün oldu?

– Evet, Kays Said’in muhalefet içinde siyasi bir geçmişi olmadığı doğru. Ancak Said, 2010’dan beri isyancı gençlere, devrimde yaralananlara ve şehit ailelerine çok yakın oldu. Daha sonra popülerlik kazandı ve bir anayasa hukuku profesörü olarak medyada sürekli görünür olması sonucu ünlendi. Kendisini cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olarak sunduğunda, halka ihanet eden ve halkın değişeceğine dair inancını yitirdiği yozlaşmış bir siyasi sınıfın ortasında en temiz, şeffaf ve doğru aday olarak ortaya çıktı. Konuşmaları ve dili farklı olduğu için kazandı. Halk, siyasi sınıftan nefret ediyordu ve o, yeni ve farklı politikacı olduğu için kazandı.

Peki salgın ve ekonomik kriz, bu noktaya gelinmesini tetikledi mi? Tunus’ta aşılama sürecinin iyi gitmediğini biliyoruz. İktidar bunu nasıl ele aldı?

Evet, kesinlikle iyi gitmedi. Müslüman Kardeşler’in en büyük müttefiki olan El-Meşişi’nin hükümeti, aşı sağlamada ve Covid ile mücadelede tamamen başarısız oldu. Halkın öfkesi 25 Temmuz protestolarını tetikledi ama pandemi sürecinin başarısızlığı sadece sebeplerden birisiydi. Esas nedenler, daha önce de belirttiğim gibi, artan işsizlik, yoksulluk, enflasyon ve yolsuzluktan kaynaklanan öfke ve çaresizlik duygusuyla ilgiliydi.

– Yolsuzluk konusuna sıkça değindiniz. Tunus siyasetinde yolsuzluk ne düzeyde? Yolsuzluğa karşı örgütlü bir şekilde geliştirilmiş tepkiden bahsedebilir miyiz?

– Halk, yolsuzluğun ülke ekonomisi için bir kanser olduğunun farkında ve devasa firavun servetleri kazanan ama sonuç itibariyle her şeylerini kaybeden Bin Ali ve Trabelsi’nin ailelerine karşı ayaklandı.

Ayrıca halk 2011’den beri, uzlaşma yasası ilan eden ve Bin Ali’nin eski yolsuzluklarını affeden Ennahda’nın yeni yolsuzluk yapan insanlardan oluştuğunun farkına vardı. Zaten sonrasında aralarında ittifak da oluştu. Birlikte aşırı zengin, milyoner ve milyarder oldular. Parlamento, kaçakçılar ve en fazla yolsuzluk yapan iş insanları için dokunulmazlık mekanı oldu. Bu yüzden insanlar artık böylesi acı bir gerçeği kabullenemediler. Bu nedenle 25 Temmuz’da sokaklara çıktılar ve şimdi de Kays Said’in yolsuzluğa karşı savaşını destekliyorlar.

 

Daha iyi bir dönemin olası bir başlangıcı için çalışıyoruz!

– Bu yılın başında da sokaklarda gösteriler vardı. Halk polis şiddeti, korona önlemleri ve yoksulluğa karşı eylemler gerçekleştirdi. Eylemler etkili oldu mu?

– Evet, bu yıl Ocak ayında polis baskısına, ekonomik krize ve yoksulluğa karşı çok büyük protestolar gerçekleştirildi. O zaman da, Temmuz 2021’deki eylemleri organize eden hemen hemen aynı sol gruplar ve siyasi partiler oldu. Bize göre protestolara karşı çok yanlış bir tavır takınan Hamma Hamami’nin İşçi Partisi oldu. 24 Temmuz’da yaptığı açıklamada protestoları “boykot etme” çağrısı yapan ve Kays Said’in kararlarını darbe olarak değerlendiren tek parti İşçi Partisi’ydi.

Son zamanlarda sokaklara dökülenlerin genel bir profilini çizebilir misiniz?

– Eylemlerde esasen isyankar ve devrimci gençlik grupları vardı. Sokaklarda gördüklerimiz, komünist partilerin eski üyeleri, anarşistler ve yurtsever olan örgütsüzlerden oluşan bir karışımdan oluşuyordu. Şimdi onlarla yani cumhurbaşkanının destekleyicisi olmayan, Müslüman Kardeşler’i bitiren 25 Temmuz’un destekleyicisi olanlarla, bir devrimci ağ oluşturmaya çalışıyoruz. Ve bu da daha iyi bir dönemin olası bir başlangıcı olabilir.

Gelişmeleri darbe olarak değerlendiren bazı kesimler, perde arkasında Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın da olduğunu iddia ediyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

– Biz öyle olduğunu düşünmüyoruz, fakat şimdi Müslüman Kardeşler’e karşı olmalarından dolayı ve farklı yaklaşımlara sahip oldukları için siyasi oyun sahasına girip etkilemeye çalışıyorlar. Birleşik Arap Emirlikleri ve S. Arabistan, her ikisi de demokratik olmayan, despotik, feodal-rantçı rejimlerdir ve onlarla herhangi bir ittifakın veya anlaşmanın teşvikine karşı durmalıyız. Bu Said için gerçek bir sınav olacak. Onların baskılarına diz çökerse her şeyini kaybeder.

Tunus’taki Ennahda hareketi ile Türkiye’deki AKP arasında Müslüman Kardeşler bağlamında bir yakınlık var. Ennahda’nın hükümetten uzaklaştırılmasının AKP’nin bölgedeki kazançlarına etkisi olabilir mi?

– Evet kesinlikle. Mısır’ı kaybetmek bölgedeki Müslüman Kardeşler’in projesini engelleyen ciddi bir darbe oldu. Şimdi Tunus’u kaybetmek bu projeyi bitirecek. Cumhurbaşkanı Kays Said, Tunus ile Türkiye arasındaki ticari ve ekonomik anlaşmayı Tunus ekonomisine zarar vereceğini düşünerek sona erdirecek bir yasa hazırlıyor. Bu, yakın ve uzak gelecekte olacakların bir işaretidir.

– Gelecekle ilgili öngörünüz nedir? Bu süreç nasıl gelişecek sizce?

– Şu an durum istikrarsız ve yeterince net değil. Ancak Cumhurbaşkanı Said’in parlamentoyu tamamen feshetmesi, seçim yasalarında yeni değişikliklere imkan vermesi ve anayasanın değişmesi durumunda, bu durum ezilen halklar lehine net değişikliklere zemin hazırlayabilir. Ancak devrimciler olarak bizim rolümüz, işçileri ve ezilenleri örgütlemeye devam edip, hala egemen olan ve her zamankinden daha güçlü olan sınıf rejimini yenene kadar devrimci mücadeleyi sürdürmek olmalıdır. Gelişim, cinsiyet eşitliği ve özgürlük düşmanları olan gerçek terörist Müslüman Kardeşler’den kurtulmak ileriye doğru atılmış önemli bir adımdır ancak sınıf rejimini devirmek ve sosyalizme doğru yeni bir toplum inşa etmek için yeterli değildir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu