GüncelKültür&Sanat

SÖYLEŞİ | Bir Yüzleşme ve Kendini Tanıma Hikayesi: İnziva

Lavean Sanat Grubu oyuncusu, yönetmeni ve yazarı Berat Beyoğlu: Biz düşmanlaştığımız tarafımızla yüzleşmek zorunda kalsaydık ne yapardık?

Lavean Sanat Grubu oyuncusu, yönetmeni ve yazarı Berat Beyoğlu tarafından 2014 yılında kuruldu. Bugüne kadar birçok oyun yapan sanat grubu, bugünlerde Beyoğlu’nun yönetmenliğinde İnziva isimli tiyatro oyununu sergiliyor. Beyoğlu ile yaptığımız söyleşide kurdukları sanat grubundan Türkiye’de tiyatronun içinde bulunduğu duruma, iktidarın tiyatroya ve genel olarak sanata yaklaşımına ve şimdilerde İstanbul’un çeşitli yerlerinde gösterimde olan İnziva oyununun nasıl ortaya çıktığına kadar birçok başlık konuştuk.

– Lavean grubu nasıl ve hangi ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı?

– Lavean olmayan an, olmayan bir zaman demek. Sanat da hayatı, yeni gerçekliği soyutlayıp tekrar yeni bir gerçekliğe kavuşturan bir yapı olduğu için bizim tiyatro oyunlarında da görünen taraf aslında gerçeğin soyutlanıp yeni bir gerçeklik kazanması. Ama an içerisinde bizim insan olarak olan var olan anımız içerisinde bir gerçeklik. Bu felsefeden yola çıkarak ismini öyle koyduk. Herhangi bir dile ait değil, kelimeleri biz birleştirerek kendi kendimizi oluşturmaya karar verdik. İsmi oradan yola çıktı. Buradan da anlaşılacağı üzere bizim sanata bakış açımız, gerçek olanı, birebir insanları hayatını etkileyen gerçekleri aynı gerçeklikle sahneye taşımak yerine soyutlayıp yeni bir gerçeklikle insana sunmak, yeni bir boyutta sunmak.

Bir grup arkadaş olarak hepimiz ayrı ayrı tiyatrolarda kimimiz oyuncu, kimimiz dramatik, kimimiz de dekorcu kimimiz ışıkçı diye çalışan ama akşamları bir araya gelip, oturup bu konularda muhabbet eden insanlardık ve genelde yakınıyorduk. Çünkü mevcut sanat sistemi ve politika olarak sanatın yozlaştırmasının da yarattığı sonuçtan dolayı herkes ticari oyunlar yapıyordu ve çok az alternatif sahne vardı.

“Biz neden yapmayalım?” diye düşündük. “Neyimiz var elimizde?” diye bir baktık; metinler var, yönetmen var, oyuncular var, ışıkçı var, dekor var. Böylece Lavean’ın kuruluşunu 2014 yılında yaptık. Aslında 2013’te hazırlığına başladık ve 2014’te ilk oyunumuzun prömiyerini yaptık. Kolektif bir üretim alanı. Yola böyle çıktık ve devam ediyoruz. Yolda bazı kayıplarımız oldu, vefat edenlerimiz oldu. Mesleki olarak bırakmak zorunda olanlar oldu. Bundan dolayı yeni arkadaşlar da dahil oldu atölyelerle.

“Sanat üzerinde baskı kuruluyor”

– Türkiye’de tiyatronun tablosunu biraz değerlendirebilir misin? Mesela Devlet Tiyatrosu var. Bir de daha devlet bünyesinde olmayan tiyatrolar var.  Siz ne tür zorluklar yaşıyorsunuz?

-Birebir, sadece bizim spesifik olarak yaşadığımız problemler yok aslında. Bir hegemonya kurmaya çalışan sistemin sanat üzerinde yarattığı baskının yansımalarını yaşıyoruz biz de. Sadece tiyatroyla ilgili değil, sinemada da geçerli edebiyatta da. Hepsinde geçerli. Çünkü sanatın toplumları, yığınları, toplumsallaştırma ve böylelikle de insanları birleştirme gibi bir üretimi, üretim mantığı var. Üretim mantığı bu, ister bilinçli yapın ister bilinçsiz, sanat dediğimiz kavram bunu yapıyor. Bu, başka bir şeye benzemiyor. Bilim, din, felsefe gibi değil.

Sanat böyle bir yapıda olduğu için bir egemenlik kurup, eşitsiz bir toplum yaratmak isteyen sistemler için en büyük düşman oluyor. Çünkü birey olmak toplumsallaşma eşitliği de sağlıyor. Bu da tehlikeli bir şey olduğu için sanat üzerinde baskı kuruyor.

Nasıl kuruyor? Örneğin para vererek kendi politikasını üretmesini istiyor ya da para vermeyerek kendi politikasının dışında üretilenleri cezalandırıyor. Daha da ileri gidiyor, bu tarz üretim yapanları hayatın diğer alanlarına kısıtlıyor.

Onların dışında, birkaç grup kaldı. Alternatif sahnelerde biraz örgütlenmeye başladı bu gruplar. ’90’larda başlayan bir süreç olmasına rağmen 2000’lerle birlikte 2007-2008’lerde çok hızlı bir şekilde sanatsal üretim yapmaya ve kolektif bir örgütlenme yapısına gittiler. Birbirlerine seyircilerini gönderdiler. Ortak festivaller düzenlediler, ortak oyunlar yönettiler, kapanmak üzere olan sahneye 10 tiyatro bir anda ücretsiz oyun oynayarak gelen bütün geliri sahneye bırakarak ayakta tuttu. Bu üç-beş yılı kapsayan bir süreçti.

Alternatif olarak kolektif bir özgürlük alanı yaratmadığımız sürece bu tarz kaygılar taşıyan tiyatroların bir araya gelip ya da bu tiyatroların özgürce oyunlarını oynayabileceği özgür sahneler olmadığı sürece biz bu sistemin çarkında yavaş yavaş erimeye devam edeceğiz.

– İnziva’dan devam edelim isterseniz. Çünkü epey yerde gösterime girdi. Nasıl gidiyor?

– İyi gidiyor. Sadece belediyelerde oynamıyoruz. Alternatif sahnelerde oynuyoruz. Turneye çıkıyoruz. Kürdistan’ın birçok yerinde turneye çıktık. Oyunlarımız birçok yerde alternatif sahnelerde oynanmaya devam ediyor. Belediyeler ise belirli bir yapıyı karşılayıp bizi ücretsiz olarak seyirciye sunuyor. O yapıdan dolayı burayı tercih ediyoruz. Çünkü bizi gidemeyeceğiz yerlere gönderiyorlar. Pandemiden sonra 60’ı aştık gösterim sayısı olarak. Bu açıdan bizim için iyi gidiyor.

Kısaca İnziva’dan bahsedeyim. Ütopik bir bölgede, bizim bilmediğimiz bir gerçeklikte geçiyor. Oyunda “İnziva” denilen kutsal bir bölge var. Bir arınma bölgesi. İki tane farklı sistem var. İki sistem de bu kutsal bölgeye hâkim olmaya çalışıyor. İkisi de birbirlerini düşmanlaştırıyor, halkları düşman.

Birbirlerinden haberleri yok bu halkların. Ötekileştirmişler. Bu sıcak savaşın olduğu bir süreçte bir anda bilmediğimiz bir sebepten dolayı çöken bir mağaraya iki düşman askeri düşüyor. Birbirlerine düşmanlar ve vücutlarında çeşitli engeller var.  Birinde ekmek, birinde su var. Zaman geçtikçe biri acıkıyor. Biri susamaya başlıyor. Yavaş yavaş iletişime geçmeye başlıyorlar. Temel olarak yapı böyle ilerliyor.

Oyunda bir süre sonra anlatmak istediğimiz süreç başlıyor yavaş yavaş. Ve o süreçte insanın kişisel olarak kendine olan düşmanlığını, özgürleştirdiği tarafı belki travmalardan kaynaklı belki dış sebeplerden-koşullardan kaynaklı kabul etmediği, “ben öyle biri asla olmam” dediği tarafını düşmanlaştırdığını ve ona karşı savaştığını fark ediyor ve kendisiyle yüzleşme süreci başlıyor.

Fakat şunu da sonra fark ediyoruz, tekrar yaşama ihtimali ortaya çıkınca maskeleriniz devreye giriyor ve o içgüdüyle biz, tekrar düşmanlaştığımız taraflarla savaşmaya devam ediyoruz.

İnziva’nın hikayesi…

Son olarak İnziva nasıl oluştu?

– Şöyle; Ben Doğubayazıtlıyım. Köyde çatışma olduğu zaman elektrikler kesilirdi. Belki bir gün, belki iki gün evden kimse çıkamazdı. O süreçlerden birinde -henüz çocuktum- uzun süren ama ne kadar sürdüğünü hatırlamadığım bir çatışma çıkmıştı. Daha sonra bir askerin cenazesinin kaybolduğu bilgisi geldi. Oradaki askeri birlik bütün köylüleri, özellikle erkekleri o askerin cenazesini aramak için zorladı diyeyim. Köylüler araziye hakim olduğu için ya da belki de insan kalkanı oluşturmak istediler. Köylüler, o askerin cenazesini ararken babam buluyor. Taşları kaldırıp cenazeyi fark ettiğinde yanında bir tane de gerilla cenazesi olduğunu görüyor. İkisi yan yana, orada vefat etmiş. Tabi sıcak çatışma ortamında nasıl oldu, nasıl düştüler, kimse onları bilmiyor.

Fakat ben bunu duyduğum zaman çocuk aklımla, ilk aklıma gelen şey şuydu; “Ölmeselerdi ne olurdu acaba?” O zaman hiç politik bilgim yoktu. Bir dünya görüşüm yoktu. Hiçbir sınıfsal yapının farkında değildim. Ama aklıma “ölmeselerdi ne olurdu?” diye bir soru gelmişti.

Zaman içerisinde tabii ki, insan politik bilince ulaşıyor, savaşın bilincine ulaşıyor, halkın özgürlük mücadelesinin farkına varıyor. Bunun için tek bir ailenin ne kadar bedel ödediğini, insanların ne kadar bedel ödediğini farkına varıyor. Ama o soru hep aklımın bir köşesinde durdu.

Fakat şunu fark ettim; kendimin de yaşam sürecinde daha önce bahsettiğim gibi düşmanlaştırdığım, kabullenemediğim kimliğim, sınıfım, travmalarım; yüzleşemediğim gerçekliklerimin oldu ve benim bu gerçekliklerimi öyle bir itip, öyle yabancılaşmışım ki…

Fakat o politik süreçte bu yabancılaşma sürecini de atlatınca şunu fark ettim: Evet iki insan, düşman olan iki asker ölmeseydi ne olurdu? Peki biz düşmanlaştığımız tarafımızla yüzleşmek zorunda kalsaydık ne yapardık? İkisini birleştirdiğim nokta bu oldu. İnziva’nın yazım süreci de böyle ortaya çıktı. 2016-2017 yılında yazmaya başladım ve 2018 yılında okuma provalarını yapmaya başladık. 2019’da da hemen pandemiden önce prömiyeri yaptık.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu