Güncel

PUSULA  | Emperyalizmin “Yeşil Kuşak” Projesinin Çocukları

"Türk devletinin denetiminde, SADAT tipi örgütlenmelerle kontrgerillanın uzantıları olarak örgütlenen bu çeteler, halkın yükselmesi ihtimal dahilinde olan hareketine karşı, karşı devrimin asker ve polis güçlerinin yanında konumlandırılacaktır"

Artan sefalete, yoksulluğa rağmen geniş kitleler devrim için harekete geçmiyor. Dünya çapında kitlelerin ayaklanma ve isyanları genel olarak kendiliğindenci bir özellik taşıyor.

Eylemler daha çok kitlelerin kendilerine dayatılan yaşam koşullarına karşı sokaklara çıkması ve belli bir süre sonra sönümlenmesiyle sonuçlanıyor. Hiç kuşkusuz uluslararası planda gelişen bir devrim dalgasının olmaması da bu tablonun oluşmasına etki ediyor.

Elbette ki emperyalist-kapitalist sistemin krizinden kaynaklı olarak birçok ülkede sokaklar büyük protesto gösterilerine tanıklık etti-etmeye de devam ediyor. Ama tüm bu tepkiler hala örgütlü bir tarzda siyasal iktidar mücadelesine dönük pratik devrimci sonuçlar ortaya çıkarma niteliğinden uzaktır.

Ülkemizde de geniş kitlelerin kendilerine dayatılan yaşam koşullarına karşı hoşnutsuzluğu ve tepkileri olduğu bir gerçektir. Ne var ki bu tepkiler örneğin yakın zamanda yaşanan Gezi İsyanı gibi bir isyana dönüşmüyor. Bunun nedenleri üzerinde durulmalıdır. Elbette bu tabloda devrimci ve komünist hareketin yetmezliği, kitlelerle ilişkisinin zayıflaması etkilidir. Devrimin objektif koşullarının var olmasına rağmen subjektif koşulların yetmezliğinden, eksikliklerinden bahsetmek gerekir.

Bu tablonun oluşmasında dini gericiliğin ve egemen ulus milliyetçiliğinin geniş halk yığınları üzerindeki olumsuz etkisi önemli bir rol oynamaktadır. Şu açık ki, sınıf bilincinin zayıfladığı, kitle hareketlerinin gerilediği dönemlerde artan yoksulluk ve işsizlik karşısında çaresizlik içine düşen geniş yığınlar dini gericiliğe yönelebilirler. Bunun yanısıra egemen sınıf kliklerinin arasında süren iç iktidar mücadelesinde yürütülen “dini gericilik”-“laiklik” eksenli tartışmalarda işçi ve emekçiler arasında bir kamplaşmaya-güçlerinin parçalanmasına yol açıyor. Bu parçalanmada egemen ulus milliyetçiliği de aynı yıkıcı rolü oynamaktadır.

Türk egemen sınıflarının bu kirli silahları sıkça kullanması, ezilen yığınları aldatmaya ve bölüp parçalamaya dönük karşı devrimci planlarının bir parçasıdır. Hatırlanacağı gibi TC de bu tekçi-kıyıcı zihniyet üzerinde kuruldu. İbrahim Kaypakkaya’nın “Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir” saptaması yalnız geçmişe değil, bugün yaşananlara da ışık tutmaktadır.

Şöyle ki; Türkiye coğrafyasında Kemalistlerin yaydığı Türk şovenizmi, Türk ulusuna mensup emekçileri de önemli oranda zehirledi. AKP-MHP iktidar bloğu bugün bu ırkçılık zehrine siyasal İslam zorbalığını ekledi. Siyasal İslam ve egemen ulus milliyetçiliği aynı bataklığın ürünüdür. Bugün Türkiye coğrafyasında sistemin tüm kurumları dini gericiliğin ve hakim ulus milliyetçiliğinin denetimi altındadır. Şovenizm, ırkçılık konusunda iktidar bloğu partileri birbirini tamamlar niteliktedir. Tüm bu gelişmelerin tarihsel bir süreci vardır.

Bilindiği gibi “Yeşil kuşak”, “Ilımlı İslam” projelerinin mimarı emperyalistlerdir. ABD emperyalizmi bu projeleri ezilen halkların ve ulusların sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerini bastırmak perspektifiyle geliştirdi. Ve bu projeler anti-komünizm anlayışıyla şekillenmiştir.

1965 yılında Erzurum’da kurulan “Komünizmle Mücadele Derneği” tam da bu anlayışın doğal sonucuydu. Bu derneğin başkanı da Fethullah Gülen idi. Tüm bunlar; siyasal İslam ve Türk-İslam sentezi anlayışlarının, emperyalizmden bağımsız olarak ele alınmayacağı gerçeğine işaret ediyor. Siyasal İslamcıların kimi zaman ABD emperyalizmi veya genel manada “emperyalizm karşıtı” söylemleri gerçeği yansıtmıyor. Bu topraklarda komünizme karşı mücadele dernekleri kuran gericiler, sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı emperyalizme uşaklık etmekte asla tereddüt etmemişlerdir. Örneğin, merkezinde anti-emperyalist gençliğin olduğu Amerikan 6. Filo’suna yönelik yapılan protesto eylemlerine, tüm bu anti-komünist güçler, karşı saldırılar düzenleyerek emperyalizmin sadık uşakları olduklarını ispatlamışlardır.

Keza, özellikle 1970’li yılların ikinci yarısında merkezinde MHP’nin olduğu sivil faşist güçler, devrimci harekete karşı saldırıya geçtiler. Bu üniformasız silahlı çeteler onlarca devrimci, demokrat ve aydını katlettiler. 1980 öncesinde komünizm karşıtı olan sivil faşist odaklar, 1980 yıllarının ikinci yarısında günümüze kadar esas olarak Kürt ulusal uyanışına karşı konumlanmış durumdalar. Çünkü 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden sonra bu güçler Türk-İslam sentezi ideolojik kalıbına uygun olarak şekillendiler.

AKP-MHP bloğunun bu denli iç içe geçmesinin asıl nedenlerinden biri de bu ideolojik, siyasal zemindir. Lafta da olsa bir dönem “milliyetçiliği ayağı altına” alan R.T.Erdoğan  bugün Türk şovenizminin bayraktarlığını yapmaktadır. Gelinen aşamada sosyal ve ulusal uyanışa karşı sivil faşist odaklar, tarikatlar ve cemaatler aynı rolü oynamaktadırlar.

12 Eylül darbecilerinin emperyalist efendilerinin direktifleriyle açmış oldukları bu karanlık yol dini gericiliğin giderek palazlanmasına yol açtı. Özal ve Erdoğanlar açılan bu yolda yürüdüler.

Yani siyasal İslamcılar emperyalistlerin “Yeşil Kuşak” projesinin çocuklarıdır. Onlara biçilen rol bölgede dini gericiliği kullanarak geniş halk yığınlarını başta komünizm olmak üzere ilerici ve devrimci olan tüm anlayışlara karşı harekete geçirmektir. Nitekim bu odaklar, bu uşaklık görevlerini yerine getirmek için bölgede suç işlemeye devam etmektedirler.

Yakın zamanda Suriye iç savaşında kullanılan cihatçı çeteler, DAİŞ vb. örgütlenmeleri emperyalistlerin ve bölge gerici devletlerin ilerici devrimci dinamikleri yok etme politikasının doğrudan ürünüdür. Türk devletinin denetiminde, SADAT tipi örgütlenmelerle kontrgerillanın uzantıları olarak örgütlenen bu çeteler, halkın yükselmesi ihtimal dahilinde olan hareketine karşı, karşı devrimin asker ve polis güçlerinin yanında konumlandırılacaktır.

Bu güçlerin örneğin Ankara Gar Katliamında nasıl kullanıldığı bilinmektedir. Önümüzdeki süreçte bu karşı devrimci halk düşmanı güçlerin sahaya sürülmesi ihtimal dahilindedir. Devrimci hareket ve halk kitleleri bu tehlikeye karşı uyanık olmalıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu