GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM |  SAFLARI SIKLAŞTIRALIM!

"AKP-MHP iktidarı, yaşanan ekonomik krizin etkisiyle kitle desteğini kaybetmektedir. İktidar kitle desteğini kaybettikçe saldırganlığını artırmaktadır. Bu durum halk kitlelerinin iktidara yönelik öfke ve tepkisini artırmakta memnuniyetsizlerin çoğalmasına yol açmaktadır."

Uluslararası basın kuruluşları, gıda fiyatlarının son bir yılda dünyada yüzde 13; Türkiye’de yüzde 94 arttığı haberlerini geçiyor. (euronews. 19.08.22) Dünyada gıda fiyatlarının artışında emperyalist kapitalist sistemin ekonomik krizi esas etkenken, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali enflasyon oranlarının yükselmesine, gıda fiyatlarının daha da artmasına neden oldu.

Türkiye’de gıda fiyatlarının bu düzeyde artması, Türk ekonomisinin emperyalist sisteme bağımlı yarı-sömürge yapısından bağımsız değildir. Emperyalist-kapitalist sistemde yaşanan her kriz ve gelişme, doğrudan Türk ekonomisini etkilemektedir. Dünya çapında enflasyon oranlarının yükselmesi, Türkiye koşullarında çarpan etkisi yapmakta ve –resmi açıklamalarında da kabul ettiği gibi– çift haneli aşırı yüksek enflasyon oranlarına yol açmaktadır. Bu gerçeklik Türkiye koşullarında gıda fiyatlarının astronomik bir şekilde yükselmesine neden olmaktadır. Halkın alım gücü düşmekte, yoksulluk artmakta, açlık tehlikesi büyümektedir.

Türkiye koşullarında enflasyon ve gıda fiyatlarının yüksekliğinin nedeni sadece dünya çapında yaşanan gelişmelerden ve Türk ekonomisinin emperyalizme bağımlı yarı-sömürge yapısından kaynaklı değildir. Bununla birlikte AKP-MHP kliğinin hırsızlık ve soygun düzeniyle de doğrudan ilişkilidir. Örneğin bütün dünyada Merkez Bankaları enflasyona karşı faiz yükseltmesine rağmen Türkiye’de iktidarın talimatıyla Merkez Bankası’nın faiz indirme kararında olduğu gibi son derece bilinçli bir sınıfsal tercihle halk soyulmaya devam edilmekte, adına “Kur Korumalı Mevduat Sistemi” dedikleri yöntemle servet transferi ısrarla sürdürülmektedir.

Dolayısıyla ortada muhalif burjuva parti kliği temsilcilerinin propaganda ettiği gibi bir “liyakatsizlik”, “iş bilmezlik” durumu yoktur. Yaşananlar bir avuç zenginin sınıfsal çıkarı ve zenginleşmesi uğruna halkın soyulmasının gayet sınıfsal bir bilinçle sürdürülmesidir. Nitekim iktidardaki hâkim sınıf temsilcileri “vatandaşın ekonomisi fahiş fiyatlardan dolayı sıkıntı geçiriyor” derken öte yandan, aynı konuşma içinde “devletimiz ekonomik olarak büyüyor” diyebilmektedirler. (R.T.Erdoğan, 19.08.22)

Devletin ekonomik olarak büyüdüğü söylenirken, aynı cümle içinde vatandaşın ekonomik olarak sıkıntı çektiğinin söylenebilmesi, devletin vatandaşın devleti olmadığını, zenginleşenlerin devleti olduğunun da itirafıdır aynı zamanda. Diğer bir ifadeyle milyonlarca işçi ve emekçi açlık ve yoksulluk koşullarında yaşamak zorunda bırakılıp, halka “sabır” ve “itidal” çağrısı yapılırken, bir avuç zenginin daha da zenginleşmesi politikası “nas var nas” denilerek ısrarla sürdürülmektedir.

AKP-MHP iktidarı halka “acı reçete” sunarken, patronlara ve kendi bürokratlarına giderayak “ne kadar soyabilirsem soyayım”, “ne kadar çalarsam o kadar iyi” politikası uygulamaktadır. Bu politika nedeniyle ekonomik kararlar alınmakta ve uygulamaktadır.

Dünyada yaşanan krizin Türkiye’de daha yüksek ve ağır yaşanmasının bir nedeni de budur.

Bu bilinçli politik tercih nedeniyle Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi yaşanırken fatura halka kesilmekte, şirketler ve bankalar ise bilançolarında azami kâr artışları açıklamaktadırlar.

Nitekim bankacılık sektörü 2022’nin ilk 6 ayında 169 milyar 145 milyon lira net kâr elde etti. Sektörün toplam kârı, geçen yılın ilk 6 ayına göre yüzde 400.5 artmış durumda. Ziraat Yatırım’ın hazırladığı rapora göre aralarında Koç, Alarko, Sabancı, Doğan, Mavi gibi holdinglerin bulunduğu 400 şirketin yılın ilk çeyreğinde toplam net dönem kârı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 145.7 oranında artarak 111.18 milyar TL’ye çıkmış durumda. (15.06.22)

Bunun anlamı 400 şirketin kâr oranı ilk çeyrek enflasyon oranının 7 katını aşmış olmasıdır.

AKP-MHP iktidarı tarafından uygulanan ekonomi politikalar, yüksek döviz kuru ile yüksek enflasyon geniş halk kesimlerinin alım gücünü düşürür, yaşam koşullarını daha da ağırlaştırırken; başta düşük gelirliler olmak üzere sabit gelirliler ve emekliler yüksek enflasyonun altında ezilmeye, alım güçleri düşmeye devam etmektedir. Buna karşılık bu süreçte milyonerler, zenginliklerine zenginlik katmış, yeni milyonerler türemiştir. Diğer bir ifadeyle devletleri “ekonomik olarak büyüdü, vatandaşın ekonomisi fahiş fiyatlardan dolayı sıkıntı çekti.

 

Esed’den Esad’a U dönüşü; Kürde saldırıda ısrar!

Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi yaşanır, halk açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilir patronlar daha da zenginleşirken, düzenin bekaası adına bir dönem düşman ilan edilenler, şimdi müttefik ilan edilmeye çalışılıyor.

Arap devletleriyle ve İsrail’le diplomatik ilişkiler kurulurken, “zalim Esed”, tekrardan “kardeşim Esad” oluyor! R.T.Erdoğan, Ukrayna ziyareti dönüşü uçakta 2016 yılında “Zalim Esed’in hükümranlığına son vermek için biz oraya girdik” dediği Suriye işgalinden “Suriye’de ‘Esed’i yenmek gibi bir derdimiz yok” çizgisine geliyor.

Suriye savaşında açıktan taraf olan, binlerce cihatçı katili eğitip, donatıp, besleyip sevk eden ve halen de bu katiller sürüsüne kol kanat geren Türk devleti, gelinen aşamada bu saldırganlığında manevra yapıyor. TC devletinin iç ve dış siyasette yaşadığı sıkışma hali bu adımları atmasını zorluyor. AKP-MHP faşist bloğu, iç politikada yaşanan ekonomik kriz, mülteci-sığınmacılar sorunu, seçim süreci vb. nedenlerle manevra yapma ihtiyacı hissediyor. İktidarda kalabilmek için Rusya emperyalizmine daha fazla yakınlaşılıyor, taviz üstüne taviz verilerek, ABD emperyalizmine mesaj veriliyor.

TC devleti kendi bekası adına bir kez daha Kürde saldırıda ısrar ediyor; Suriye’ye yönelik saldırganlığındaki manevranın tek hedefi, Rojava’da Kürtler öncülüğünde kurulan Özerk Yönetimin ortadan kaldırılmasıdır. Bölgedeki gerici rejimlere bir alternatif olarak gelişen Rojava Devrimi’ni boğmak için saldırganlıkta ısrar ediliyor. Gelinen aşamada “Esed’i yenmek”ten vazgeçilmesi ancak saldırganlıkta ısrar edilmesinin tek amacı, bölgede Kürtler öncülüğünde gerçekleşen demokratik-devrimci kazanımların ortadan kaldırılması, Rojava Devrimi’nin bölgede örnek bir model olarak gelişmesinin engellenmesidir.

Emperyalist güçlerin, TC devletinin günaşırı Kuzey Suriye topraklarına yönelik hava saldırıları gerçekleştirmesine izin vermesi ise özerk yönetimi zayıflatmaya ve taviz vermeye zorlamayı hedefliyor. Güçten düşürülmüş ve zayıflatılmış bir Özerk Yönetim hem emperyalistlerin hem de bölge gerici devletlerinin temel siyaseti olarak şekilleniyor.

Rojava’ya saldırma ve ulusal demokratik devrim sürecini boğma hedefiyle Esad yönetimini ikna etmesi için halk düşmanı Doğu Perinçek faşisti bir kez daha piyasaya sürülüp parlatılıyor. D.Perinçek’in kimlere hizmet ettiği komünist önder İbrahim Kaypakkaya’dan beridir biliniyor. Yıllar önce bu türden anlayışların ipliğinin pazara çıkarılmasına rağmen halen savunulabilmesi, halk ve devrim düşmanlığında ısrarla açıklanabilir ancak.

Devrim ve devrimcilik adına bu türden anlayışlarla araya net çizgi çekilmelidir.

 

Seçimler yaklaştıkça saflar netleşiyor!

Seçim sath-ı mahalline girildiği koşullarda her renkten burjuva parti çalışmalarını hızlandırırken, başta Kürt düşmanlığı olmak üzere halka saldırıda ortaklaşıyorlar. Son dönemde AKP’nin adımlarıyla birlikte gündemleşen “Aleviseverlik” politikası da bunlardan biri olarak ortaya çıkıyor. AKP-MHP faşizminin Alevi halkına düşmanlığı ortadadır. İktidara “alternatif” olarak propaganda edilen CHP’nin ise Alevilere yönelik katliamlarda rolü bilinmiyor değildir. Çok uzağa gitmeye gerek yok!

Sivas katliamında “aslan sosyal demokratlar”ın rolü ortadadır.

Buna rağmen seçimler yaklaştıkça her burjuva klik kendi çıkarları için harekete geçiyor. Alevi kurumlarına saldırılardan, Cemevi açılışına kadar bir dizi eylem ve etkinlik gerçekleştiriliyor. Ancak laik olduğu iddia edilen TC devletinde, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum varken ve bütçeden milyonlarca pay ayrılırken, Aleviler halen yok sayılıyor. Cumhur İttifakı’nın alternatifi olarak propaganda edilen Millet İttifakı’nın Alevilerin demokratik taleplerine yanıt olması, dahası sorunlarını çözmesi mümkün değildir. Bu her şeyden önce TC’nin kuruluş felsefesine ve kodlarına terstir. CHP/Millet İttifakı’nın amacı Alevi inancına mensup kitlelerin, inanç temelli demokratik taleplerini ve mücadelesini kendi klikleri arkasında yedeklemek, düzenin restorasyonun da harç olarak kullanmaktır. Alevilerin demokratik mücadelesini sahiplenmeleri, haklı ve meşru görmeleri söz konusu değildir. Bu her şeyden önce kendi varlık sebeplerine aykırıdır.

Seçimler yaklaşırken sadece burjuva saflarda değil, halk saflarında yer alan kesimlerde de saflaşmalar yaşanıyor. Kendilerine solcu ve hatta “komünist” diyen reformist parti ve gruplar, “Sosyalist Güç Birliği” kurduklarını ilan ediyorlar. Güç birliğinin asıl hedefi seçimler olmakla birlikte, bu partilerin demokratik saflarda mücadele eden HDP ile hareket etmemesi, bırakalım ortaklaşmayı aynı saflarda olmadıklarını göstermek için özel bir çaba göstermemeleri dikkate değerdir.

“Kürtle ve onun ulusal mücadelesiyle yan yana olmamak” bu güç birliğini oluşturan anlayışların temel yaklaşımı olarak ortaya çıkıyor. Düzeniçilikte ve sosyal şovenizmde ısrar eden bu anlayışlar, anlaşılan böylelikle HDP’nin önerdiği “üçüncü yol”a alternatif olarak “farklarını ortaya koymak”tadırlar!

Elbette HDP’nin önerdiği “üçüncü yol” önerisi tartışılabilir. Tartışılmalıdır da! Çünkü her iki hâkim sınıf kliğinin karşısında doğru olan tutum, “ikinci yol”dur. Çünkü her iki hâkim sınıf kliği de düzenin bekası için vardırlar ve bir madalyonun iki yüzü gibidirler. Bu nedenle madalyonun iki yüzünün -aralarındaki farkları reddetmeden- karşısında, doğru olan ikinci bir yol önermektir.

Faşizmin her iki yüzü karşısında, halkın ilerici, demokratik yüzünü örgütlemek ve propaganda etmek gerekir. Bunun bir yere kadar olacağı, demokratik Türkiye’nin ancak ve ancak demokratik devrimle gerçekleşebileceği ortadır.

Devrimci-demokratik bir güç olarak HDP tam da bu niteliği nedeniyledir ki faşizmin yoğun saldırısına muhataptır. Eş başkanlarından milletvekillerine, belediye başkanlarından binlerce üyesine kadar “rehin siyaseti”ne maruz kalmaktadır. Durum bu minvaldeyken “Kürt’le ve onun mücadelesiyle fotoğraf vermemek” üstelik de devrimcilik ve sosyalist adına hareket ettiğini iddia ederek bu türden girişimlerde yer almak ancak ve ancak muktedire mesajla açıklanabilir.

 

Gerçek adalet halkın örgütlü gücüyle gelecek!

AKP-MHP iktidarının işçi ve emekçilere yaşattığı ekonomik krize paralel, halkla yönelik saldırganlık da artmaktadır.

İktidara yönelik her tepki, faşizmin doğası gereği karşı devrimci şiddetle yanıtlanmaktadır. Hapishanelerde rehin tutulan devrimci ve politik tutsaklar bilinçli olarak katledilmektedir. Sosyal medya kullanıcılarının tutuklanmasından, sokak röportajı verenlerin gözaltına alınmasına, Cumartesi İnsanlarının eylemlerinin yasaklanmasından; Şenyaşar ailesinin eylemine yönelik artan taciz saldırılarına kadar bir dizi gelişme faşist iktidarın yaşamış olduğu sıkışmışlıktan bağımsız değildir.

AKP-MHP iktidarı, yaşanan ekonomik krizin etkisiyle kitle desteğini kaybetmektedir. İktidar kitle desteğini kaybettikçe saldırganlığını artırmaktadır. Bu durum halk kitlelerinin iktidara yönelik öfke ve tepkisini artırmakta memnuniyetsizlerin çoğalmasına yol açmaktadır. Muhalif burjuva klik sözcüleri bu durumun farkındadırlar. Muhalefetteki hâkim sınıf kliğinin sözcüsü Kemalist CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun AKP-MHP iktidarına karşı “adalet”, “helalleşme” temalı çıkışları, faşizmin zulmüne ve saldırganlığına maruz kalan işçi ve emekçilerin öfke ve tepkilerini kendi kliğinin arkasına yedeklemek ve böylece kitlelerin düzen dışı bir arayışa yönelmesini engellemeyi amaçlamaktadır.

Faşizmin zulmüne ve adaletsizliğine karşı yer yer halk kitlelerinde gelişen sözlü tepkiler ve bu tepkilerin bazılarının “adalet sarayları” önünde fiili eyleme dönüşmesi çelişkinin boyutuna işaret etmektedir.

Halk doğrudan kendisine uygulanan adaletsizliğe, maruz bırakıldığı zulme tepki göstermektedir. Kendi sözünü eylemiyle pratikleştirmektedir.

Birleşik devrimci mücadele güçlerinin önünde böylesine politik bir görevde bulunmaktadır. Faşizmin halka yönelik kendi varoluş koşulu olarak şekillenen “adalet”sizliğe karşı, işçi sınıfına, Kürde, Alevi’ye, kadınlara, LGBTİ+lara, kısacası bütün ezilen halk kesimlerine karşı giderek arttırılan baskı, işkence ve zulmünün yanında, işçi ve emekçilerin yaşamak zorunda bırakıldığı ekonomik ve sosyal koşullara yönelik tepkileri örgütlemek ve birleşik devrimci mücadeleyi çözüm yolu olarak göstermek gerekir.

Halk kitlelerinin faşizmin artan zulmüne ve adaletsizliğine karşı mücadele çağrısı yapmak, kitlelerin içinde bunun araçları olarak örgütlenme faaliyeti yürütmek doğru olandır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu