GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Dünya Halkları Ayakta! ZİNCİRİN HALKASINI KIRALIM!

"Sri Lanka halkının isyanının ezilen dünya halklarına verdiği esaslı derslerden birisi de emperyalizm tarafından baskı altında tutulan, yarı-sömürge koşullara sahip ülkelerde bile silahlı halk ayaklanması yoluyla devrimin mümkünlüğüdür."

“İklim krizi”ne paralel dünya çapında yaşanan “doğal afet”lere şimdilerde dünya halklarının isyanları, kitlelerin içinde bulundukları yaşama ve çalışma koşullarına karşı ayağa kalkmaları eşlik ediyor.

Emperyalist kapitalist sistemin aşırı sömürü ve kâr hırsının doğrudan sonucu olarak yaşanan iklim krizi, beraberinde dünya haklarına Covid-19 pandemisi başta olmak üzere aşırı sıcaklar, soğuklar, yağışlar, toprak kaymaları, orman yangınları vb. birbiri ardına yaşanmasını getiriyor.

İnsanlık sadece kapitalist emperyalist sistemin kendisine sunduğu açlık, yoksulluk, sömürü koşullarında “iklim krizi”nin sonuçlarıyla değil aynı zamanda “düşen kâr oranlarını yükseltmek” için devreye konulan ekonomik politikaların sonuçlarıyla yüzleşiyor. Emperyalist kapitalist sistem, içinde bulunduğu krizi bir yandan örneğin Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinde olduğu gibi “savaş”la karşılayıp ve çelişkilerini daha da şiddetlendirirken, diğer yandan bu çelişkiler var olan ekonomik krize çarpan etkide bulunuyor. Bu durum başta ezilen dünya hakları olmak üzere emperyalist kapitalist ülke halklarını da doğrudan etkiliyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, emperyalistler arasındaki çelişkiyi keskinleştirirken ekonomik krizi daha da derinleştiriyor. Yüksek enflasyon ve özellikle gıda fiyatlarında yaşanan artış, küçük bir azınlık dışında bütün dünya halklarını doğrudan etkiliyor.

Nitekim Birleşmiş Milletler (BM), dünya genelinde açlıkla karşı karşıya olanların sayısının son bir yılda 46 milyon artarak 828 milyona çıktığını duyurdu. (7 Temmuz) Bunun anlamı 2021’de her 10 kişiden birinin açlık ile karşı karşıya kalması demek. Bu oranın önümüzdeki süreçte emperyalistler arası çelişkinin keskinleşmesi ve ekonomik krizi derinleşmesine paralel daha da artacağı bir sır değil.

Dünya halkları kendilerine dayatılan yaşam ve çalışma koşullarına itiraz ediyor. Son iki ayda en az 17 ülkede işçi ve emekçi sokaklara çıkarak kitlesel protestolarda bulundu. Bunun en çarpıcı örneğini Sri Lanka halkı gösterdi. Sri Lanka’da kitleler mayıs ayının başında iktidara yönelik protesto gösterilerine başladı. İktidar, güç kullanarak protestoları bastırmaya çalıştı. Onlarca insan öldürüldü, yüzlercesi yaralandı. İktidarın baskısı, halkın öfkesini körükledi.

Halk kitlelerinin isyanının büyümesi üzerine hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Ancak bu hamle de öfkeyi dindiremedi. Halk ayaklanması, 9 Temmuz’da Başkan’ın resmi konutunun halk tarafından işgal edilmesiyle doruk noktasına ulaştı.

Dünya, bu isyanı iki farklı pencereden gördü. Emperyalistler ve onların yerli uşakları, kitle iletişim araçlarından başkanlık konutunda yüzen, yemek yapan, uyuyan ve deste deste para balyalarına el koyan kitlelerin hareketini dehşetle karşıladı. Emperyalistlerin güdümündeki uluslararası medya -daha önceki benzer kitle hareketlerinde yaşandığı gibi- tam bir karşı devrimci propagandaya başvurdu. Başkanlık sarayını işgal eden halk kitlelerini vandallar, çapulcular olarak propaganda etti.

Ezilen dünya halkları ise yaygınlaşan kitle iletişim araçlarını etkili bir şekilde kullanarak, Sri Lanka halkının isyanını selamladı. Sri Lanka halkı gibi yaşam ve çalışma koşullarına maruz bırakılan ezilen dünya halkları ise Sri Lanka halkının bu isyanını sempatiyle karşıladılar. Başta sosyal medya platformları olmak üzere milyonlarca insan, halkın özellikle başkanlık sarayındaki eylem görsellerini paylaştı ve kendi hükümetlerine meydan okudular.

Son süreçte dünya çapında yaşanan gelişmeler, sadece emperyalist kapitalist sistemin krizinin derinleşmesine paralel ezilen dünya halklarının hareketine işaret etmiyor. Aynı zamanda ezilen dünya halklarının değişim isteğine, devrim için nesnel durumun olgunluğuna işaret ediyor. Covid-19 pandemisi öncesi dünya çapında yaklaşık 50 ülkede yaşanan halk isyanı ve kitle hareketlerinin, pandemi bahanesiyle baskılanmasının ardından yeniden ivme kazandığını gösteriyor.

Emperyalist kapitalist sistemin krizinin derinleşmesi, kitle hareketlerinin ivmelenmesi ve ezilen dünya halklarının yer yer isyan etmesi beraberinde emperyalizmin yeniden tartışılmasını getiriyor. Her sınıf ve katman emperyalizmi kendi penceresinden, kendi sınıfsal çıkarları açısından değerlendiriyor.

 

Emperyalizm yeniden mi yine mi?

Emperyalizm, proletaryanın önderlerinden V.İ.Lenin’in parlak biçimde tanımladığı üzere kapitalist sistemin en yüksek aşaması olarak 20. yüzyıldan beridir, işçi sınıfı ve ezilen dünya halklarının düşmanı, dahası sömürücüsü ve katliamcısı olmayı sürdürüyor. Bu açıdan bakıldığında işçi sınıfı ve ezilen dünya halkları açısından emperyalizm yeni bir olgu değil. Yeni olan, emperyalist kapitalist sistemin sözcülerinin artan çelişki ve krizlerine paralel olarak emperyalizmden bahsetmeye başlamalarıdır.

Düne kadar “sınıf savaşlarının bittiği”ni vaaz ederek, “tarihin sonunun geldiği”ni ilan eden ve “ideolojilerin bittiği”ni propaganda edenler, şimdi emperyalizmden bahsediyorlar. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, “emperyalizmin Avrupa’ya geri döndüğü”nü açıklıyor! “Sosyal Demokrat” O.Scholz, Frankfurter Allgemeine gazetesi için kaleme aldığı makalede, “Putin’in neo-emperyalizminin başarılı olamayacağını” belirterek: “Hedefimiz, Avrupa’da çok uzun süredir çözümler için mücadele ettiğimiz tüm alanlarda saflarımızı sıklaştırmak olmalıdır; örneğin göç politikasında, örneğin bir Avrupa savunmasının inşasında, teknolojik egemenlik ve demokratik dayanıklılıkta. Jeopolitik bir AB için kararımızın sonuçlarının çok farkındayız. Avrupa Birliği, emperyalizm ve otokrasinin yaşayan antitezidir. Üye devletler arasındaki ayrılıklar bizi zayıflatıyor. Birliğimizi mutlaka korumamız ve derinleştirmemiz gerekiyor. Rakip büyük güçlerin olduğu bir dünyada sesimizi duyurmaya devam etmek istiyorsak, örneğin dış politikada artık ulusal vetoları göze alamayız.” (17 Temmuz)

Almanya ve dahası AB emperyalizminin sözcüsünün bu ifadeleri, önümüzdeki süreçte başta Avrupa olmak üzere dünya halklarının karşı karşıya kalacağı politikalara işaret ediyor. Elbette Almanya Başbakanı’nın emperyalizm konusunda ifadeleri ikiyüzlüdür. Mesele sadece Rusya emperyalizmi ve onun yayılmacı (O.Scholz’un aynı makalesinde ifadesiyle “yeni sömürgeci”), değildir. O.Scholz’un sözcüsü olduğu ABD-AB emperyalizmi de tıpkı rakip oldukları Rusya ve Çin emperyalizmi gibi yayılmacıdır.

Her iki emperyalist kamp da temsilcisi oldukları kapitalist tekellerin çıkarlarının savunucuları olarak birbirlerine karşı konumlanmışlardır. O.Scholz’un açıklamalarından da anlaşılacağı üzere, Rusya emperyalizminin Ukrayna’ya yönelik işgal saldırısı karşısında, AB emperyalistleri de kendi ülkelerinde başta sığınmacılar olmak üzere halka yönelik saldırılarını, “Putin’in otokratizmi” karşısında “demokrasi” savunuculuğu adı altında meşrulaştıracaklarını ve sürdüreceklerini gösteriyor. Dış politikada (ki bunun anlamı daha fazla saldırganlıktır) her türlü “ulusal veto”yu kaldırmaktan bahsediyorlar.

ABD-AB emperyalistlerinin Ukrayna’yı NATO’ya üye yaparak Rusya’yı kuşatma ve dahası geriletme hamlesine karşı Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal saldırısı, ABD emperyalizminin AB emperyalistlerini kendi arkasında yedekleme dahası İsveç ve Finlandiya gibi devletlerin NATO’ya katılmasıyla sonuçlandı. Almanya Başbakanı’nın açıklamalarında olduğu gibi AB emperyalistleri, temsil ettikleri emperyalist tekellerin çıkarları için daha fazla saldırganlaşacaklarını ilan ediyorlar.

 

TC katliamcı geleneğini sürdürüyor!

Bu ise önümüzdeki süreçte, dünya halklarının halihazırda yaşamak zorunda bırakıldıkları koşulların daha da kötüleşmesini getirecektir. Emperyalist kapitalist sistemin artan çelişkilerine paralel derinleşen ekonomik krizi doğrudan doğruya emperyalist mali sermayeye bağımlı Türkiye gibi yarı-sömürge ülkelerin ekonomilerini daha fazla etkileyecektir. Yarı-sömürge ülkelerin ezilen halkları, emperyalist sömürünün katmerleşen etkisiyle daha fazla yoksullaşacak, daha fazla sefalet koşullarına itilecektir.

TC gibi ekonomileri emperyalizme göbekten bağımlı ekonomiler, emperyalist çelişkilerin keskinleşmesi ve derinleşmesinden daha fazla etkilenecektir. Son süreçte Türk lirasının döviz kurları karşısında değer kaybetmesi ve yüksek enflasyon sadece Türk hakim sınıflarının temsilcilerinin “liyakatsiz” politikalarından kaynaklı değildir. Elbette AKP-MHP kliğinin “tek adam rejimi” adı altında sürdürdüğü soygun düzeninin, halkın yoksullaşması ve alım gücünün düşmesinde etkisi vardır.

AKP-MHP iktidarı, var olan ekonomik krizin derinleşmesine paralel azalan kitle desteğini durdurmak amacıyla yaşanan ekonomik krizi ve yüksek enflasyonun nedenini “dış güçler” olarak propaganda ederken; R.T.Erdoğan 15 Temmuz’un yıldönümünde yaptığı açıklamada; “Enflasyon, 15 Temmuz’un devamı” demekte ve halka biraz daha “sabır” tavsiye etmektedir.

AKP-MHP iktidarı iç politikada sıkıştıkça, emperyalistler arası çelişkilerden yararlanma siyasetini ısrarla sürdürmekte, başta Rojava olmak üzere sınır dışına yönelik işgal saldırıları için icazet almaya çalışmaktadır. TC faşizmi sıkıştıkça, içte kendi kitle tabanını şovenizmle konsolide etmek amacıyla saldırganlığını arttırmaktadır. Faşizm, Şengal’i, Rojava’yı bombalayarak içerde faşist iktidarını sürdürmeye çalışıyor. Zaxo’da TC güçleri tarafından yapılan ve aralarında çocukların da olduğu 9 kişinin katledilmesi onlarca kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan saldırı bunun son örneğini oluşturuyor.

Bu saldırı ve katliam, TSK unsurlarının Kürt ulusal özgürlük hareketi gerillalarına karşı yaşadığı yenilgi ve tıkanmanın ürünü olarak gerçekleşmiş olsa da, içerde faşizme yönelik muhalefete de net bir mesaj içeriyor. Ekonomik kriz bağlamında halk kitlelerinde artan öfkenin, Sri Lanka örneğinde olduğu gibi olası bir yol kazasına dönüşmemesi için önlem alınıyor.

Son dönemde artan “selefi cihatçıların silahlanması” tartışması ve dahası eskinin Başbakan’ı yeninin “muhalifi” Ahmet Davutoğlu’nun; “Özellikle bu kış ile ilgili gerçekten ben çok kaygı duyuyorum. Bu kış özellikle ekonomik şartlar bağlamında bazı olaylar yaşanabileceğinden endişe ediyorum” (20 Temmuz) açıklaması vb. bu amaçladır. TC, iktidarı ve “muhalefeti”yle halka, ilericilere ve devrimcilere, deyim yerindeyse aba altından sopa göstermektedir.

 

Halkın öfkesini örgütleme görevi

Her sınıf kendi sınıfsal çıkarları için önümüzdeki sürece hazırlanıyor. Emperyalistler safları yeniden diziyor. TC gibi uşak rejimler bu saflaşmada kendi çıkarları için alan yaratmak istiyor. R.T.Erdoğan, NATO toplantısının ardından, İran ve Rusya ile pazarlığa oturuyor. İktidarı ve muhalefetiyle Türk hakim sınıf temsilcileri şimdiden seçimlere hazırlanıyorlar. AKP-MHP kliği iktidarını sürdürmek, CHP-İYİ Parti kliği rejimi kendi iktidarları altında yeniden restore etmek için hamleler yapıyor.

Burjuva muhalefetin, ekonomik kriz nedeniyle halkın öfke ve tepkisini kendi klik çıkarları arkasına yedekleme siyaseti ve “seçim”lere işaret etmesi bir şeyi değiştirmeyecektir. İktidarı ve muhalefetiyle Türk hakim sınıfları ve onların devletinin Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan halka verebileceği daha fazla yoksulluk, daha fazla katliam, daha fazla sömürüden başla bir şey değildir.

Bu somut gerçeğin bilincinde olarak hem dünya hem de ülke koşullarında içinden geçilen sürecin özelliklerini kavramak önemlidir. Emperyalist kapitalist sistemin krizinin daha da derinleşeceği, bu krizin Türkiye gibi yarı-sömürge ülkelere katbekat daha fazla etkisinin olacağı ortadadır. Bunun anlamı halihazırda yaşanan ekonomik krizin daha da derinleşeceği, halk kitlelerinin içinde bulundukları koşullara yönelik öfke ve tepkilerinin artacağıdır. Hakim sınıf temsilcileri, iktidarı ve muhalefetiyle bu koşullara hazırlanıyor. Başta katliam tehditleri olmak üzere her türlü psikolojik saldırıyı devreye sokmuş durumdalar.

Bu koşullar altında devrimci görevlerimizde ısrar etmek, olası halk hareketine karşı hazırlanmak önemlidir. Sri Lanka halkının isyanının bize gösterdiği bir başka gerçek ise şudur; Sri Lanka, emperyalizme bağımlı yarı-sömürge bir ülke olarak Türkiye’ye benzer kimi özelliklere sahiptir. Özellikle başlıca çelişkileri içerisinde Tamil ulusal sorunu olması, -tıpkı Türkiye’de Kürt ulusal sorunu gibi, benzerliği daha da artırmaktadır. Sri Lanka hakim sınıfları her ne kadar ulusal sorunu katliamla, -tıpkı Türkiye’de olduğu gibi “çöktürme” planıyla- ortadan kaldırdıklarını propaganda etseler de gelinen aşamada bu çelişkiye yönelik “çözüm” siyasetleri krizlerini derinleştirmiştir.

Sri Lanka halkının isyanının ezilen dünya halklarına verdiği esaslı derslerden birisi de emperyalizm tarafından baskı altında tutulan, yarı-sömürge koşullara sahip ülkelerde bile silahlı halk ayaklanması yoluyla devrimin mümkünlüğüdür. Sri Lanka’da bir devrimin gerçekleşmemiş olması bu dersi geçersiz kılmamaktadır. Aksine burada temel meselenin bir kez daha öncünün örgütlenmesi meselesi olduğu kanıtlanmıştır. Dolayısıyla devrimci ve komünistler üzerlerine düşen tarihsel rolü oynamalıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu