GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Açlığa, Yoksulluğa, Faşizme ve İşgal Saldırılarına Karşı ÖRGÜTLENELİM, MÜCADELEYİ YÜKSELTELİM!

Takım elbise, kravata iyi hal indirimi yapılarak ataerki yeniden yeniden üretiliyor. Dahası 25 Kasım’da olduğu gibi şiddete karşı sokağa çıkan kadınlara devlet terörünün en alası uygulanıyor.

Taksim’de gerçekleştirilen katliam saldırısı, hızlıca gündemden düşürüldü. Ülkemizde gündemlerin hızla değişmesine aşina olmakla birlikte bu katliam saldırısının bu kadar erken gündemden düşürülmesi dikkat çekicidir. Bu durum bile yaşanan katliamın devlet eliyle-yol vermesiyle gerçekleştirildiğine işaret etmektedir.

Saldırının ardından başta Suçişleri Bakanı S.Soylu’nun ipe sapa gelmez ama manipülasyona dayalı ve doğrudan Rojava’yı hedef gösteren açıklamaları olmak üzere R.T.Erdoğan’ın tavrı ve ABD lideri J.Biden’le poz verebilmek için Endonezya ziyareti öncesine denk getirilmesi Taksim’de gerçekleştirilen katliamın faaline dair çok şey anlatmaktadır.

Katliamın gerçekleştirilmesi ve zamanlaması, ardından yaşananlar ve yapılan açıklamalar, TC devletinin “devlet aklı ve pratiği” dikkate alındığında bizzat örgütlediği ya da kendi beslemesi olan çetelere yol verdiği çok net olarak ortaya çıkmaktadır. Bilineceği üzere, varlığı soykırım ve katliamlar üzerinden ortaya çıkan bir devlet örgütlenmesine sahip Türk hakim sınıfları, bu türden halkı hedefleyen katliamları sıkça yapmıştır. TC tarihi boyunca bu katliama benzer birçok saldırı gerçekleştirilmiştir.

Bu katliamların en bilineni yine Taksim’de gerçekleştirilen 1977 1 Mayıs katliamıdır. Katliamda 34 kişi hayatını kaybetmiş, 136 kişi de yaralanmıştı. Bu katliam doğrudan TC devletinin örgütlediği bir kontr-gerilla katliamıydı.  Dolayısıyla son Taksim katliam saldırısında da olduğu gibi TC devleti, bu türden katliamları yapan ve yaptıran bir devlet geleneğine sahiptir. Bu nedenle gerçekleştirilen saldırının, devlet gözetiminde-nezaretinde yapıldığı çok açıktır.

Katliam sonrası yapılan açıklamalar, hakim sınıf klikleri arasındaki çelişki nedeniyle sızdırılan kimi bilgiler saldırının devlet eliyle gerçekleştirildiği ya da en azında yol verildiğini net olarak göstermektedir.

Taksim bombalı saldırısı üzerine ayrıntılı değerlendirmeler yapılabilir. Ancak temel olarak iki noktaya dikkat çekmek şimdilik yeterlidir. Saldırının yeri ve zamanlaması, ardından yapılan resmi açıklamalar, ülkemizde siyasetin ve dahası sınıf mücadelesinin hangi zeminde yürüdüğünü göstermektedir.

Türk hakim sınıfları, yeri geldiğinde ya da ihtiyaç duyduklarında bu türden katliamlar gerçekleştirerek “siyaset” yapmaktadırlar. Nitekim Kürt ulusal özgürlük hareketini hedef gösteren açıklamalar ve hemen ardından Rojava ve Irak Kürdistanı’na yönelik sürdürülen hava saldırılarının daha da artırılması ve kara operasyonu tehditleriyle yeni işgal ve ilhak saldırısı açıklamalarında bulunulması bunun somut ürünü ve göstergesi olarak ortaya çıkmıştır.

Taksim saldırısının ardından Antep’te sınır ötesinden atıldığı iddia edilen “birkaç füze ile” yine halkın ve çocukların katledilmesi de bu siyasetin sürdürüldüğünü göstermektedir. Hatırlanırsa daha önceden Türk devleti içinde Gülen Cemaati’yle yaşanan dalaşta sızdırılan ses kaydında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesine de saldırtırız” dediği açığa çıkmış ve MİT’in bu planı “sahte bayrak operasyonu” olarak adlandırılmıştı.

Bu süreci geçmişteki 24 Haziran-1 Kasım seçim döneminde yaşanan saldırılara benzerliği üzerinden değerlendirmek eksik olacaktır. Türk hakim sınıfları bu amacı da içeren bir içimde esasta bölgede Kürt halkının kazanımlarını hedefleme, Rojava Devrimi’yle açığa çıkan ulusal demokratik devrimi boğma amacındadırlar.

Son süreçte R.T.Erdoğan’ın gerçekleştirdiği “U dönüşleri” sadece içeride yaşanan ekonomik krizle alakalı değildir. Bu krizin de etkisiyle birlikte Türk hakim sınıfları, bölgede kaybettiği mevzileri yeniden kazanmak amacıyla taktik hamleler yapmaktadır. Düne kadar darbeci ilan ettikleri Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’la yeniden el sıkışma ve dahası bir süre öncesine kadar “katil diktatör Esed”in birdenbire “Esad”a dönüşmesi ve görüşme açıklamaları bu taktik manevralarla ilgilidir.

Sınıf mücadelesi zor üzerinden şekilleniyor!

Bu anlamıyla Türk hakim sınıfları Rojava’da ortaya çıkan demokratik devrimci kazanımların Türkiye’deki sınıf mücadelesine -kimi kendine devrimci komünist diyenlerin aksine- etkisinin gayet farkındadırlar.

Tam da bu nedenle “pınarı kaynağında kurutmak” istemektedirler. Elbette bu isteğe Suriye topraklarında demografik değişimler yapmak, bazı bölgeleri işgal ve ilhak etmek isteği de eşlik etmektedir.

Taksim saldırısı ve ardından yaşanan gelişmeler, bir kez daha coğrafyamızda sınıf mücadelesinin üzerinde yükseldiği zemine işaret ediyor. Hakim sınıfların siyaseti bombalarla, katliamlarla sürdürmesi, devrimci mücadelenin illegal ve silahlı temelde yürütülmesinin zorunluluğunu teyit ediyor. Soykırımcı ve katliamcı bir devlet geleneği ve gerçekliği ile karşı karşıya olduğumuz bir kez daha kendini gösteriyor.

Hakim sınıfların bu siyaseti beraberinde önümüzdeki süreci bu zeminde ele alacaklarını, bir yandan demokratik alanı bu türden saldırıları bahane ederek baskılayacaklarını ve yasaklayacaklarını, Şebnem Korur Fincancı’ya yönelik yıllara varan hapis cezası isteminde olduğu gibi yargıyı bir silah olarak kullanıp, susturma politikasını ısrarla sürdürecekleri diğer yandan en küçük devrimci kalkışmayı ise faşist terörle yanıtlayacaklarını gösteriyor.

Nitekim katliam saldırısını bahane ederek Taksim’deki saksıların kaldırılması, ağaçların sökülmesinden, sokak müzisyenlerinin yasaklanmasına, 25 Kasım’da sokaklara çıkan kadınlara “yasak” diyerek şiddet uygulanmasına kadar bir dizi gelişme anında bu siyasetin ürünü olarak devreye sokulmuş durumdadır.

AKP-MHP faşist iktidarının bu ikili siyaseti seçimlere kadar uygulayacağı anlaşılmaktadır. R.T.Erdoğan’ın: “örgütünün parlamentomuzdaki uzantılarını görmezden gelemeyiz. Onların demokrasi adına söyleyecekleri hiçbir söz kalmamıştır” (25 Kasım 2022-Basın) açıklamasında olduğu gibi halihazırda emperyalistlerden izin alındığı koşullarda Rojava’ya yönelik karadan işgal saldırısına paralel HDP’nin kapatılmasını da içeren bir yönelimle hareket edecektir.

Yine Erdoğan’ın “Şehit edilen o 4 yaşındaki yavrumuzun kanını yerde bırakmayalım derken, aynı zamanda sandıkta da bırakmayalım” (25 Kasım) demeçleri, “kan” üzerinden politika yapmayı sürdürecekleri anlaşılmaktadır.

Bu koşullar altında düzen muhalefetinin kolaylıkla iktidar arkasında sıraya gireceği ve dahası son Taksim saldırısında olduğu gibi “solcu” geçinen kimi reformist parti ve çevrelerin, “her türlü şiddete karşı olma” adına hakim sınıfların bu yaklaşımına angaje olduğu/olacağı dikkate alınırsa, devrimci hareketi daha çetin mücadele günlerinin beklediğini söylemek gerekir.

4 yaşındaki çocukların kanı üzerinden sandık ve seçim hesabı yapan faşist bir siyaset tarzının, bütün olanak ve imkanlarını kullanarak, kitle hareketlerine yöneleceği ve bastırmak isteyeceği, tutuklayarak, yasaklayarak gözdağı vermeyi devam ettireceği bilinmelidir.

Faşizm bütün toplumu kendine göre şekillendiriyor!

Hakim sınıfların iktidardaki kliğinin uyguladığı ve dahası muhalif hakim sınıf klikleri tarafından da desteklenen faşist siyaset beraberinde sadece politik alanı değil bütün toplumu şekillendirmektedir.

Dolayısıyla faşizm sadece politik alanda kendini var etmiyor. Aynı zamanda bütün topluma yukarıdan aşağıya yapılandırıyor. Kitleler kendi gibi olmayan, kendisi gibi düşünmeyen, davranmayan ya da tercihleri farklı olanı düşman haline getirmek istiyor. Bunun için son süreçte örneğin LGBTİ+’lara yönelik devlet olanakları kullanılarak gösteriler örgütleniyor. Devlet zoru ve teşvikiyle örgütlenen bu eylemlerle katılım sayısı düşük olsa da kitleler arasında düşmanlık tohumları ekilerek, böl-parçala-yönet politikası izleniyor.

Kadın katliamlarının sıradanlaştığı bir süreçte, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması yetmediği gibi kadın katillerinin sırtı sıvazlanıyor. Takım elbise, kravata iyi hal indirimi yapılarak ataerki yeniden yeniden üretiliyor. Dahası 25 Kasım’da olduğu gibi şiddete karşı sokağa çıkan kadınlara devlet terörünün en alası uygulanıyor.

Faşizmin kendinden olmayana yönelik yukarıdan aşağıya, bütün ideolojik aygıtlarını kullanarak pratikleştirdiği politikalar sonucunda engelli bir insanı bakımevinde döve döve öldürme, yaşlı hastayı yoğun bakımda dövüp boğma ya da son olarak Konya’da Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Hayvan Rehabilitasyon Merkezi’nde bir köpeğin kürekle kafasına vurularak öldürülmesi veya Ankara Mamak’ta köpeklerin katledilmesi gibi katliamlar sıradanlaşıyor.

Her canlıya ve özellikle de sokak hayvanlarına yönelik şiddet, işkence ve katletme pratikleri öteden beri sürdürülmektedir. Son süreçte bu türden katliam pratiklerinin gündeme gelmesi sosyal medyanın etkin bir şekilde kullanımıyla ilgilidir. Bu pratikler tek başına “birkaç kendini bilmez vicdansızın” işi değildir.

Sokak hayvanlarının toplanması ve itlaf edilmesine yönelik sistemli kampanya ve bu pratikleri gerçekleştirenlerin göstermelik cezalarla cezalandırılmaması pratiğinin de gösterdiği gibi, bilinçli bir devlet politikasıdır. Faşist siyasetin sadece insana değil tüm canlılara yönelik yaklaşımının doğrudan ürünüdür.

Siyasal İslam her alanda olduğu gibi bu konuda da ikiyüzlü davranmakta, düzenin bekası adına sokak hayvanlarını insana tabi kılmaktadır. Dolayısıyla devrimci siyasetin sadece “emek-sermaye” çelişkisi olarak değil; bu esas üzerinden yükselen, gerçek ve nihai çözümün bu zeminden hareket edilerek sağlanabileceği bilinciyle hareket etmesi ve fakat toplumda faşizmin yöneldiği, zulmettiği, katlettiği kısacası ezen ve ezilen, katleden ve katledilen, baskı uygulayan ve baskıya uğrayan çelişkisinde safını ezilen, katledilen ve baskıya uğrayandan yana olduğunu daha güçlü propaganda etmesi, sesini yükseltmesi gerekir.

“Açlığa, faşizme ve işgale karşı tek yol devrim”

Sokak hayvanlarına yönelik öteden beridir süregelen işkence ve katliam gerçekliği, hakim sınıfların devletin ideolojik aygıtlarıyla yukarıdan aşağıya bütün topluma empoze ettiği özel mülkiyet üzerinden yükselen faşist zihniyetin ürünüdür.

Devrimci mücadelemiz, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması, üretici güçlerin önünde bir engel olarak duran üretim ilişkilerinin devrimcileştirilmesini hedeflemesinin yanı sıra, aynı zamanda üst yapıda halk kitlelerini şekillendiren eskinin bütün gerici değer yargıları ve ideolojilerinin de dönüştürülmesi mücadelesidir. Dolayısıyla doğaya ve tüm canlılara yönelik bu türden işkence, katliam saldırılarının yok edilmesi toplumsal bir dönüşümün sonucu-ürünüdür.

İçinde yaşadığımız koşullarda hakim sınıfların kendilerinden olmayan herkese, doğaya ve canlıya; işçi sınıfı ve emekçilere, Kürt ulusuna, kadın ve LGBTİ+’lara yönelik sömürüsü, baskısı, işkence ve katliamlarına karşı birleşik mücadele güçlerinin fiili ve meşru bir pratik hat içinde olması önemlidir.

Hakim sınıf kliklerinin belirlediği ve çerçevesini çizdiği alanın dışında, kendi sözünü söyleme, devrimin güncelliğini propaganda etmeyi sürdürmek sürecin ruhuna uygun bir politika ve çıkış olmuştur.

Özelikle iktidarda olan hakim sınıf kliğinin yaşanan ekonomik krizin halk kitlelerinde yarattığı öfke ve tepkiyi baskılama ve yaklaşan seçimler nedeniyle tıpkı Taksim saldırısı ve katliamında olduğu gibi halk kitlelerine yönelik “sahte bayrak operasyon”ları gerçekleştirme olasılığının yükseldiği koşullarda, halk kitlelerin kendi gerçek gündeminden hareket ederek politik bir çekim merkezi olmak, devrimcilerin sözünü bir alternatif olarak duruşunu ortaya koyması önemlidir.

Devrimcilerin sözünü eylemli bir pratik içinde söylemesinin önemi aynı zamanda halk adına siyaset yaptığını ileriye süren ancak son tahlilde açıklama ve pratikleriyle hakim sınıfların devletinden yana tavır alanların olduğu koşullarda daha da önemlidir.

Seçimler vesilesiyle gerek hakim sınıfların iki kliği, Cumhur ve Millet İttifakları; gerekse de onlara angaje olan kimi ulusalcı güçler ile reformist cenahın her şeyi sandığa endekslediği bu konjonktürde devrimin ezilenler için hala gerçek bir kurtuluş umudu olduğu, güncel ve mümkün olduğunun savunulması çok önemlidir.

Zira, bugün gelinen aşamada, ezilenler adına siyaset yapmak düzen içi reformist bir kulvarda yol almak veyahut bugün muhalefete düşen rakip kliklerin peşine takılmak olarak kitlelere sunulmaktadır. CHP/Millet İttifakının yörüngesinde durarak, onun ideolojik yelpazesinde kalarak, buradan beslenerek faşizme karşı mücadeleyi, AKP/Erdoğan karşıtlığı üzerinden işlevselleştirmek bugün oldukça modadır.

Parlamentonun; kitlelerin, reformlar, demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadelesinin bir aracı olduğu gerçeğini yapı bozumuna uğratan yaklaşımlar son süreçte oldukça revaçtadır. Oysa devrimcilerin pusulası ve menzili devrimdir. Devrimci güçler, esas hedeflerine sıkı sıkıya tutunarak, politik gelişmelere, açlığa, yoksulluğa, faşizme ve işgale karşı mücadele edecektir.

İşçi sınıfı ve ezilen milyonlar için gerçek kurtuluşun adresi dün olduğu gibi bugün de hala devrimdir. Yığınlar için bağımsız, özgür ve eşit bir dünya halkın gerçek iktidarıyla gelecektir. Bu gerçeğin, devrim fikriyatının dumura uğratıldığı, sosyalizmin bir alternatif olarak kitlelerin gündeminden düşürülmeye çalışıldığı koşullarda üzerinde daha fazla durmak gerektiği açıktır.

Her şeye rağmen açıkça ve yüksek sesle dile getirmeliyiz ki, bugün yaşadığımız zulüm ve acının, yoksulluk ve sömürünün, savaş ve işgallerin gerçek sorumlusu düzenin ta kendisidir.

Sömürü düzeni büyük bir krizdedir ve restorasyonla, yamalarla düzelmeyecektir. Ezilenler olarak onu bir bütün halinde, tarihin çöplüğüne atmak dışında bir seçeneğimiz yoktur.

Birleşik Mücadele Güçlerinin “Açlığa, Faşizme, İşgale Karşı Tek Yol Devrim” kampanyası sürecin ruhunu devrimci bir temelde okuyan doğru bir çıkıştır. Birleşik mücadeleyi büyütmek, birleşik direnişi her alana yaymak hala güncel ve mümkündür!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu