Manşet

Mehmet Ali Birand kel miydi sırma saçlımıydı?

“Gazeteci” Mehmet Ali Birand 13 Ocak günü ameliyat için gittiği Amerikan hastanesinde yaşamını yitirdi. Olay basında büyük bir gürültü ile infilak etti. Usta-duayen gazeteci bir daha gelmemek üzere gitmişti. Birçok kesim ölümüne inanmakta zorluk çekti ve büyük üzüntü içine girdi. Çünkü kayıp, basın dünyası için büyük ve yeri doldurulamaz olarak değerlendirildi. Duayen gazeteci artık genç gazeteciler için açtığı yoldan ilerlenmesi ve vardığı nokta itibariyle ulaşılması gereken bir hedefti.

Peki Mehmet Ali Birand burjuva medya tarafından, yukarıda da bahsi geçtiği gibi bulunmaz hint kumaşımıydı.

Birand 1941 yılında İstanbul’da doğdu. Çocukken bir kaza sonucu bacağı yandı, maddi yardımlarla Galatasaray Lisesinde okudu ve ardından İstanbul Üniversitesi Filoloji Fakültesinde Fransızca bölümüne girdi ama maddi sorunlardan kaynaklı üniversiteyi bitiremedi. Vehbi Koç’un desteğiyle gittiği Londra’daki ameliyatlar sırasında ikinci yabancı dili öğrendi. 1964 yılında Abdi İpekçi’nin vasıtasıyla Milliyet gazetesine başladı. 1971 yılında gittiği Brüksel’de 20 yıl yaşadı.

Birand’ı çocukken sakat bırakan talihsiz bir başlangıcın ardından, her hal ve koşulda ‘başarı’ya yönelmiş, çok ‘emek’ harcanmış bir hikaye.

“Başbakan’ın kırmızı çizgilerini biliyorum”

Birand’ın uzun gazetecilik hayatı boyunca en dikkat çeken özelliği ise her dönem hâkim anlayışa uyum sağlaması, asla en ufak şekilde çelişmemesi, iktidar yalakası oluşudur. Örneklemek gerekirse Birand 28 Şubat ilgili olarak o dönemde medya patronlarının yazı işlerine ‘askeri destekleyeceksiniz’ diye talimat vermediğini belirterek, ‘Gerek de yoktu. Biz hazırdık zaten’ diyerek o dönemki iktidar yalakası tavrının özeleştirisini veriyor ve iktidar yalakalığına devam ediyor. 28 Şubat’taki tavrını mahkûm eden Birand bir röportajında ise “Kurallarımı kendim koyuyorum. Kimse gelip bana ‘Şu lafları söyle, bunları söyleme’ demiyor. Tabii ben de neyi söyleyip söylemeyeceğime dikkat ediyorum. Mesela bir Kürt sorununda “Başbakan’ın kırmızı çizgilerini biliyorum” diyor.

Bu sözler bile onun burjuva medya tarafından duayen gazeteci olarak tanımlanmasının ne kadar yerinde olduğunun göstergesidir. Her dönem sınırları iyi bilen ve uyarıya dahi gerek bırakmadan söylenmesi ‘gerekeni’ söylemekten kaçınmayan bir gazeteci.

Burjuva-feodal medya içerisinde misyonuna uygun ve normal görünse de Birand sıradan bir gazeteci tabi ki değildi.  Aynı zamanda bu misyonunu bilen ve bunu başarılı bir şekilde yaşama geçiren bir gazeteciydi. Örneklemek gerekirse, T.C. – AB görüşmeleri sırasında, İstanbul’daki patronuyla konuşurken; “burada işler kötüye doğru gidiyor. Bugün bizim gruptaki bazı gazetelerden çarpık sesler çıkmış, onları sustur”  demesi dahi onun o idolleşen “gazetecilik” anlayışını bize göstermektedir. Birand kısacası gazetecilikten her dönem egemen sınıfların çıkarlarını savunmayı onların istediğini dile getirmeyi anladı. Bu konuda fazlada sorun yaşamadı.

Çünkü hizmet ettiği sınıfla aynı kırmızı çizgilere sahipti. O başarılı olmaya odaklanmıştı. Bunun nasıl olduğu, neye rağmen olduğunun onun için bir önemi yoktu. O gemisini yürüten kaptandır yaklaşımını kendine ilke edinmişti.

Rüzgar nerden estiyse yelkenini o yöne çevirdi. Bu yüzden Roboski katliamı yaşandığında oda tıpkı diğerleri gibi yaşanan vahşete gözlerini kapadı. Çünkü nihayetinde başbakanı kızdırmamak gerekiyordu.

Birand yaşamı boyunca egemen sınıfların işçi ve emekçilere yönelik saltanatının görünen, sevimli kılınmaya çalışan yüzü oldu. Ve çokça iddia edildiğinin aksine o her akşam evimize tarafsız, objektif haberleriyle değil aksine toplumu ikna etmek susturmak hedefi ile misafir oluyordu.

Birand’ın ardından yazılanlar neredeyse onu bir kahraman mertebesine yükseltse de o işçi ve emekçilerin ezilenlerin değil ancak egemenlerin, sermaye sahiplerinin duayeni olabilir. Ya da halkımızın deyimi ile “kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur” Birand kelmiydi, sırma saçlımıydı?

(Bir Ö-G okuru)

 

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu