Güncel

“Kadın Özgürlük Mücadelesiyle Kazanacak, Faşizmi Yıkacağız” başlıklı kampanyaya dair Hevi Sarya ile söyleşi

HBDH ve KBDH bileşenlerinden MLKP/KKÖ adına Hevi Sarya ile söyleşi: Mücadelemizin yolu hangi mekanda olursak olalım, eylemden geçiyor. Parolamız eylemdir!" dedi.

– Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin (HBDH) “Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız” hamlesi ve ardından gelen Kadınların Birleşik Devrim Hareketi’nin (KBDH) “Kadın Özgürlük Mücadelesiyle Kazanacak, Faşizmi Yıkacağız” açıklaması ile bir kampanya başlattınız. Bu kampanya nasıl bir sürecin ihtiyacı olarak doğdu ve nasıl ilerleyecek?

– Hamlemizin temel hedefi, sömürgeci, faşist Türk burjuva devletini yıkmak ve bu topraklarda devrimci demokratik bir sistem kurmaktır. Bunun zora dayalı bir silahlı devrimle ve halk ayaklanmasıyla mümkün olacağı açıktır. “Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız!” hamlesi de HBDH ve KBDH’ın stratejik hedefine ulaşmasında çok önemli bir aşamadır.

– “Evde Kal” çağrılarının yapıldığı bu süreçte de can bedeli çalışmak zorunda olan işçilerin ve köylülerin durumları daha da ağırlaştı. İşçi ve emekçilerin kampanyaya katılması ne gibi kazanımlar sağlayacak?

– İşçi ve emekçilerin devrimci seferberlik hamlemize katılması çok büyük kazanımlar sağlayacaktır. Biz halkların, işçilerin, köylülerin, fakirlerin, yoksulların tüm ezilenlerin birleşik devrim hareketiyiz. Varoluş temelimiz, mevcut özel mülkiyet düzeninin iktidar aygıtı olan burjuva devletiyle, tüm emekçi ve ezilenler kesimler arasında kuvvetlenen çelişkiler üzerinden yükselmiştir.

Emek sermaye ve devlet halk çelişkisinin derinleşme sebebi olan bu maddi koşullar, politik saflaşmayı sağlamakta, halklarımızı ve ezilenlerin devrimci demokratik potansiyelini geliştirmekte, öncü ve önder devrimci kuvvetleri de örgütlemektedir. Biz de işçilerin, köylülerin evlatlarıyız, onların bağrından çıkan, politik askeri temelde örgütlenerek, öncüleşen bölükleriyiz. İşçilerin ve köylülerin bu politik askeri hamlemize katılımı, varoluş sebebimizdir. Özümüzle buluşma ve yeni düzlemde kaynaşma ve daha ileriye atılma dinamizmi sağlayacaktır.

Devrim ve ayaklanma kitlelerin ve de onunla etkileşim halinde olan devrimci öncülerin ortak eseridir.  Kitlelerle buluşarak, işçi ve köylülerin, ezilen halklarımızın katılımıyla bu savaşımı geliştireceğiz. Kitlesel bir politik askeri savaş örgütü olma hedefiyle, içinden geçtiğimiz siyasal sürecin ihtiyaçlarına yanıt olacak, süreci devrimin zaferi lehine yöneteceğiz.

O nedenle, halkımızın katılımı hamlemiz ölçeğinde taktiksel başarı sağladığı kadar stratejiktir de. Bu kanlı, zalim, erk yönetimi, halk, kadın, ezilen cins, doğa düşmanı sömürgeci faşist diktatörlüğü devrim ateşimizle küle çevireceğiz. Halklarımız ve öncüleri aleyhine kararlar aldıkları, sermayelerin egemenliğini temsil eden tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçireceğiz, bu kirli düzenin sahiplerini cezalandıracağız, düşmanlık pratiklerinin hesabını ödeteceğiz. Yaşamda ağır sömürü altında ezilen emekçilerin biriken öfkesi, tarihin devrim saatinde müthiş bir intikam hamlesi olacaktır.

– Bir dönem “Silahları bıraksınlar, biz çözüme hazırız. Legal siyasetin yolları açık” diyerek bir barış elçiliğine soyunan faşist iktidar bugün T. Kürdistanı’nda halkın % 95’lere varan oylarıyla seçilen belediyelere kayyımlar atadı. Gezi, Kobane Serhildanı ve Öz Yönetim Direnişleri’ne vahşice saldırdı. Bugün de saldırıları devam ediyor. Bu süreç hakkında neler söylemek istersiniz?

Politika bir güç, kuvvet sorunudur. Örgütlenerek güç kazanacağız, politik hegemonya sağlayarak, örgütleneceğiz. Birbirine sımsıkı bağlı çark dişlileri gibi bir meseledir, politika ve örgüt. Biz biliyoruz ki, halklarımızın sesi olabilirsek, halklarımız her yeni gün yeni katılımlarla gücümüze güç verir. Kartopu gibi yuvarlanırken büyüyen bir harekete dönüşebilir, birliğimizden oluşan çığa dönüşen bu güç altında, düşmanlarımızı tasfiye edebiliriz. Sınıf kardeşlerimiz saflarımıza katılıyor, yol arkadaşlarımız çoğalıyorsa, devrimci pratiğimizin nitelik gelişimi olumlu yöndedir. Biz askeri bir savaş örgütü olarak, her yeni katılımla, yeni milisler ve gerilla birimleri kurabilir, kentlerde ve köylerde, mahalle mahalle, sokak sokak özsavunma temelli mücadelemizi büyütebiliriz.

Bu düzenin uşağı her polisin, askerin, işbirlikçinin düzenlediği operasyonu, karşı saldırıyla yanıtlayabilir, geldiklerine geleceklerine pişman edebiliriz. Tuttukları, üslendikleri mekanlara eylemler düzenleyerek, saflarında korku ve panik, dağınıklık yaratabiliriz. Böyle bir iradeyle, Saray diktatörlüğünü devireceğiz. AKP MHP faşizmini yenilgiye uğratacak olan güç, doğru devrimci eylemselliklerimiz olacaktır.

Faşist Erdoğan bugün de yeni reformlardan bahsediyor. “İrredentist /yayılmacı değiliz, kimsenin toprağında gözümüz yok” diyor. Fakat bu gibi açıklamalar ve de kimi iş planlamalarının, faşist şeflik rejiminin, sömürü düzeninin çıkarlarına manevra sağlamak dışında bir anlamı olmadığını biliyoruz. Ortaya koyduğu faşist politikaların halklarımızda yarattığı etkileri gören Erdoğan ve şurası, zaman zaman algı yönetimi için içi boş, parlak sözler sarfetmiştir.

Nasıl olsa tüm medya onun tekelinde, söylemlerini milyonlara misliyle taşıyarak, kitle yönetim gücünü kaybetmemeye çalışmaktadır. Ne söylediğine değil ne yaptığına bakmalıdır herkes. Reform dediği anda, işçi düşmanı torba yasasını, muhalif güçlere yönelik soykırım operasyonlarını, İstanbul sözleşmesi iptali yasasını, gerilla imha operasyonları için askeri teknik düzeyi yükseltme “reformlarını” anlıyoruz biz.

Bahsettiğiniz siyasi süreç de benzerdi. Faşist rejimi böyle bir sürece mecbur eden hem yapısal ve hem de güncel krizinin merkezinde duran sömürge Kürdistan’dır. Sömürge Kürdistan 20.yy’da oluşturulmuş bu statüye gerilla mücadelesiyle, serhildanlarıyla ve özyönetim pratikleriyle büyük bir itiraz geliştirdi. Ve bu pozisyonunu da ısrar ve kararlılıkla devam ettiriyor. Evet faşist sömürgeci Türk devletini PKK’nin varlığını masada kabul etmeye zorlayan bu gerçeklik olmuştur.

Söylemde liberal bir hatta, Kürt sorununu burjuva temelde çözme yanılsaması yaratmaya çalışırken, pratikte, Kürdistan dağlarında gerillanın çekildiği bölgelerde, daha önceden hiç ayak basamadığı gerilla denetimindeki alanlara yöneldi, kalekollar inşa etti, daha ileri bir savaşa sürecine hazırlandı. Türk burjuva devleti tam o momentte, Türkiye ve Bakur Kürdistan’da yükselişe geçen devrim mücadelesinin ve olası serhıldan, ayaklanma pratiklerinin, daha etkili devrimci gerilla eylemlerinin basıncı altındaydı.

Gidişat devrim güçleri lehineydi ve rejim ekonomik ve siyasi krizlerini yönetmekte zorlanıyordu. Hem Kürdistan’dan hem Türkiye’den patlak verebilme olasılığı kuvvetlenen bir ayaklanmayı ve tırmanan milis, gerilla eylemlerini kaldırabilecek kuvvette değildi.

O nedenle Türkiye ve Bakur Kürdistanı’nda politik özgürlük mücadelesinin birincil sorunu olan Kürt sorunu alanında kontrollü bilinçli bir manevra tercih etti. Fakat sömürgeci faşist diktatörlük de yeni düzeyde kendini örgütleyeceği bir savaş hazırlığının parçası olacak kadar rol biçti bu sürece. Aynı şey, Kürt özgürlük güçleri içinde geçerli. Savaş hazırlığını bir parçası olarak nefeslenme, güç biriktirme, hazırlık olarak değerlendirildi.

Bakur Kürdistan kentlerinde özyönetim ilanları ve kimi belirlenen bölgelerde, gerilla, milis ve halk olarak alan tutma, özsavunma olarak sürecine hazırlık örgütlendi. Yurtsever gençliğin, YPS sürecini hazırlıklarında yer aldığı, kır ve kent etkileşimi yüksek gerilla hareketinin öne çıktığı ve gerillanın kentlerde özyönetim ve özsavunmaya göre mevzilenişe geçişi bu sürecin karşılığıydı.

İki kuvvette, düşman ve Kürt Özgürlük Hareketi buna göre hazırlandı. Düşmanın bu manevrası, tam da Türkiye’de gelişen Haziran/Gezi Ayaklanması öncesine denk geldi. Düşmanın da bir öngörüye sahip olduğu söylenebilir. Ortaya koyduğu faşist politikaların, ezilenlerin ayaklanmasını tetikleyeceğini, MGK toplantılarında, karargahlarında analiz ettikleri aşikardır.

Türkiye ve Bakur’da eş zamanlı bir devrimci direnişi engelleme, Bakur Kürdistan’da düşük yoğunluklu bir politik direnişle, durumu dengeleme taktiği izlediğini ileri sürebiliriz. Güçlü Kürt halkı desteğinden yoksun, serhıldansız bir Bakur Kürdistan hali, Türkiye devriminin Gezi Ayaklanması gibi önemli bir momentini, zayıf düşürmüştür. Buna rağmen, belli bir düzeyde Kürt halkı katılımıyla, kendi nesnel devrimci dinamiklerinin zorlayıcılığıyla, Gezi ayaklanması, faşist şeflik rejimine geri adım attırmıştır, 2015-2016 Sur, Cizre, Nusaybin özyönetimlerinin, 2014’teki Türkiye versiyonu Gezi komünleri / özyönetimi olarak tarihte yerini almıştır.

Politik mücadelede her alanın farklı rolleri vardır. O dönemin politik ikliminde, halkçı demokratik cephe oldukça genişlemiş, kurumsallaşmış, örgütsel olarak büyümüştür. 2015 Haziran seçimlerindeki 7 milyona yakın oy oranı, bunun bir yansımasıydı. Kuşkusuz, halkın ve öncü kesimlerin bazılarında liberal ve reformist eğilimlerin de uç verdiği durumlar yaşandı. Fakat bu genel durumu tariflemez. Bu politikanın doğal akışı içindedir. Mücadele alanlarının devrimci işbirliği temelli kullanılması, amaçla uyumlu araç ve yöntemlerin geliştirilmesi ve devrim lehine yararlanılması, oldukça dinamik bir politik hareket özelliği kazandırır ve bu zeminde öncüler ve kitleler bakımından sıçramalı gelişimler açığa çıkabilir.

Başta Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ne olmak üzere, 2015 sonrası çok sert bir saldırı dalgası başladı. Demokratik alanda elde edilen kazanımların neredeyse tümü gasp edildi. Bugünlerde “90’lara yeniden mi döndük” tartışmaları yapılıyor. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Evet 2015 sonrası yaşanan süreç, yükselen faşizmi gösterir. Bu Saray diktatörlüğü bakımından kaçınılmazdır. Sınıfsal, ulusal, mezhepsel, cinsel çelişkiler derinleşiyor, kuruluşunu ilan ettiği 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti yapısal derin krizi sadece ve sadece faşist, sömürgeci politikalarla yönetebilmektedir. Başka sunacağı bir şey kalmamıştır elinde. 2000’lerde rakip burjuva kliği ekarte edebilmek için izlediği siyaset, bazı kesimlerde Türkiye’de burjuva demokrasisinin önü açılıyor yanılsaması yarattı ve demokratik cephenin kimi öznelerinde liberal, parlemantarist, reformist sağ eğilimleri besledi. AKP’yi güçlendiren bu süreç, tasfiyeci bir rol de oynuyordu.

2011 sürecine doğru adım adım bu politika, Erdoğan ve Saray diktatörlüğünün sömürgeci faşist politikalarıyla yer değiştirdi. Artık bugün itibariyle durumu bir sadeleşme olarak tanımlayabiliriz. Düşmanın düşmanlığı en yalın haliyle görülüyor ve kavranıyor. Dünyanın neresine bakarsak bakalım, aslında bunun emperyalist kapitalist sistemin bir krizi olduğunu ve dünya genelinde, burjuva devletlerin vardığı sınırları ve iktidarlarını korumak için faşizme ihtiyaç duyduklarını görüyoruz.

Burjuva demokrasisi ile faşizm arasındaki ince sınırı belirleyenin sermayenin çıkarları olduğu gerçeği kitleler tarafından da daha berrak kavranır duruma gelmiştir. Sermayenin çıkarlarına göre zorunluluklar ilkesi, politikada faşizme çıkıyor. Çünkü kapitalizm hem iktisadi ve hem de siyasi olarak rıza üretme kapasitesini yitirmiştir.

2020 yılı itibariyle, Amerika’da süren büyük antifaşist siyah halk direnişinde dikkat çekici bir fotoğraf vardı. Siyah bir eylemci, sokaktan gözaltına alınmış, atlı bir beyaz Amerikan polisinin arkasında, boynuna ip halatı geçirilmiş halde yürütülerek karakola götürülüyor. Bundan yüzlerce yıl önceki köle ve zengin sahip arasındaki çelişki ve mücadele, bugün içerikte aynı olduğu gibi bazen biçim olarak da benzerlikler taşıyor. Büyük özgürlükler ülkesi, burjuva demokrasisinin dönemsel örneklerinden olarak gösterilen emperyalist ABD ülkesi, işte budur.

George Floyd’ı vahşice boğarak öldüren, katili polisi birkaç ay içinde serbest bırakan, kitle gösterilerini askeri darbe havasında kanla bastırmaya çalışan faşist ABD sermayesinin devletidir. Ortadoğu’yu talan eden, petrol ve doğal gaz yataklarına el koyan, sermayesinin dolaşımı için himayeci sömürgeci devletler kuran, faşist Guantanamo benzeri tecavüzcü, işkenceci hapishaneler kuran da aynı Amerika’dır. Neticede şunu demek istiyoruz, dünya burjuva devletlerinin son yaşadığı 2008 ekonomik krizinin artçı depremleri sürüyor ve bunun doğal sonuçları faşizmle kitle hareketlerini ve öncülerini ezme oluyor. Tabi bunun karşılığında ezilenlerde dünyanın pek çok yerinde ayaklandılar.

Kadınların ve LGBTİ+’ların asgari düzeyde de olsa yaşam haklarını garanti altına alan İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesi girişimi ve karşısında gelişen eylem sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

– İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte olması, kadın özgürlük mücadelemizin bir kazanımıdır. Elbette bu kazanıma rağmen resmi kayıtlara göre günde 3-4, bizce gerçekte 10’ a yakın kadın Türkiye ve Bakur Kürdistan’da erkek şiddeti sonucu katlediliyor. Bu rakamın yüzlerce misli ise fiziki şiddete, milyonlarcası ise psikolojik şiddete uğruyor. Kapitalist sistemin karakteri, erkek cinsinin egemenliğine dayanmaktadır. Faşist ve erk Erdoğan’dan başlayan, Türk burjuva devletinin erklik ve faşizmle içiçe geçmiş yönetim aygıtlarına, toplumda ezen sınıftan ve ezilen sınıftan tüm erkeklerin etkisi altında olduğu bir egemenlik halidir bu.

Bizim ezilen cinslerin kurtuluşu için stratejik ittifak olarak gördüğümüz proleter ve diğer ezilen kesimlerden erkekler de erkek gericiliğini etkisi altındadır, üreten bir yerdedir aynı zamanda. Evet proleter erkek, emekçi erkeklerde, kadınları öldürüyor, tecavüz ediyor, taciz ediyor, psikolojik baskı altında tutuyor. Biz bu sınıfsal düzlemde kesiştiğimiz erkeklerle hem bir devrim mücadelesini ortakça yürütmekteyiz ama yol ayrımımızın nerede olduğunun da bilincindeyiz. Ama yine de şunu belirtmeliyiz ki ister kollektif erkek şiddeti olsun isterse sınıf kardeşlerimiz erkeklerden gelsin şiddete karşı şiddeti sonuna kadar meşru ve gerekli görüyoruz.

Sermaye sınıfı karşısında ezilen erkek, kadın karşısında egemen erkektir nihayetinde. Cins özgürlük mücadelemizin karşısında düşmanca duran erkekler düşmanımızdır. Dolayısıyla politik ve de askeri eylemlerimizin menzilindedir. Farklı düzeyde cins özgürlük mücadelemizde erklik dirençleri sergileyen, yürüyüşümüzü yavaşlatan erkekler ise ideolojik hegemonya mücadelemizin alanındadır. Cins ayrımsız toplum mücadelemizin, kadın ve LGBTİ+‘ların özgürlüğünü savunan bir cins devriminin zaferine giden yolda, proleter erkekler yol arkadaşımızdır, ideolojik ve politik değişim mücadelemizin bir konusudur.

Evet, kadına ve LGBTİ+’ lara yönelik erkek cinsinden gelen her saldırıyı politik olarak görüyor ve bunu devrimci şiddetle yanıtlamayı esas alıyoruz. Burjuva hukuk kanallarında katil ve tecavüzcü erkeklerin yargılanması ve ceza almalarının sağlanması elbette önemlidir. Fakat aslolan pratik özsavunma eylemleriyle hesabının sorulması, kadınların, kendi örgütlenme gücüne dayanan halk ve kadın mahkemeleri kurarak bu erkekleri cezalandırdığı fiili meşru mücadele hattıdır. Şunu da belirtmek isterim ki erkek egemenliğine karşı mücadelede salt özsavunma yeterli değildir özsavunma ve saldırı eylemleriyle yıkıcı bir mücadele hattı inşa edebiliriz.

Cins kırımının önünü alabilmek için böyle bir direniş hattına ihtiyaç var. Hindistan’da kadın özsavunma örgütü bu yönüyle önemli bir deneyimdir önümüzde. Türkiye ve Bakur Kürdistan’da, sosyalist kadınların öncülüğünde kurulan kızıl sopalı kadınlar deneyimi önemlidir. Birleşik kadın direnişimizin bu yönlü örgütlülükleri ve eylemleri geliştirmesi gerekiyor.

Erkek egemenliğinin doğrudan maddi kurumu yıkımını örgütleyeceğimiz, sömürgeci faşist diktatörlük ve saray rejimidir. İstanbul sözleşmesi gibi pratikte uygulanırlığı bile sorunlu olan bir mevziiyi elimizden almak isteyen bu rejim, daha önce nafakaya, boşanmaya, kürtaja, LGBTİ+ haklarına karşı çıkmış, cinsel istismar, erken yaşta evlilik, tecavüzcü ve katil erkekleri kollayan mahkemeleriyle, gerici yasalarla önümüze çıkmıştır. Devlet tüm kurum kuruluşları ile, kadın özgürlük mücadelemize saldıran tüm erkekler politik askeri olarak hedefimizdir.

Biz kadınların ve de LGBTİ+’ların, özgürlük ve adalet için dövüşenlerin birleşik devrim hareketiyiz. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali için mücadele eden kadın hareketiyle birlikteyiz. Bu mücadeleyi daha militan ve kitlesel düzeye taşımalıyız. Kadına yönelik şiddete karşı meşru şiddet hakkını kullanmayı, bu saldırıları milisler ve gerilla eylemleriyle yanıtlamayı bir bilinç olarak daha fazla geliştirmeliyiz. Ezilen cinsler olarak, daha iddialı ve özgüvenli, sonuç almaya odaklı bir savaşımı esas almalıyız.

Faşist TC devleti Rojava’ya işgal saldırıları sürerken önce Libya ardından da Azerbaycan eliyle Artsahk’a saldırdı. Bu saldırıları değerlendirir misiniz?

– Türk devleti açısından komşularla sıfır sorun politikası hiçbir zaman olmadı. Burjuvazinin sermayesinin çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre bir politika izleniyor. İki temel neden var. Bunlardan biri faşist form kazanan mali oligarşik diktatörlüğün ekonomi politiği, Kürdistan’ın üç parçasında işgalci savaştır. Yunanistan, Kıbrıs, Ermenistan, Libya, Suriye, Doğu Akdeniz ve hatta Afrika’da farklı savaş biçimleri kazanabiliyor. Her birine göre değişik pozisyonlar alıyor fakat, Türkiye sınırları dışında farklı cepheler bir şekilde açıyor. Kürdistan ise sömürgecilikte bir yayılma alanı Türkiye için. Bu konuda, NATO üyesi olarak aynı zamanda NATO adına da gerektiğinde rol alıyor.

Kürdistan’daki devrim ve karşı devrim güçleri arasındaki çarpışmanın somutlandığı, Kürt Özgürlük Mücadelesi ve Rojava devrim güçleri, kendi lehine dengeyi bozduğunda, Türk devleti büyük bir düşmanlık ve iştahla, uluslararası emperyalist devletlerin de yol vermesiyle, işgale ve askeri operasyonlara yöneliyor.

Başur’da, Rojava’daki bu saldırılar, sınıf savaşımının sertleştiği anlardır aynı zamanda. Sömürgeci faşizmin tescillendiği Lozan antlaşması dahi dar gelmektedir, AKP-MHP faşizmine! Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik kitabında açıkladığı Osmanlı yayılmacılığını, bugün Erdoğan ve Bahçeli yönetimi pratikleştirmekte. An geliyor, bir günde, Rojava ve Başur’un haritasında yeni alanlar silmeye çalışıyorlar, parça parça topraklara el koyarak, sömürgeleştiriyorlar.

Evet bu siyaset böyle devam edecektir. Kendi krizlerini böyle aşabileceklerini, idare edebileceklerini düşünüyorlar. Halklarımızı, öncü devrimci, sosyalist, komünist güçleri faşizmle ezme ve devrim gelişimini engelleme hesabındalar. Fakat bunu başaramayacaklar. Ortaya konulan, işgale, sömürgeciliğe, faşizme karşı direnişler ve de politik askeri savaşım çizgimiz düşman saldırılarını boşa çıkarıyor.

Birleşik Devrim güçleri bu kampanya kapsamında neler yaptı ve neler yapacak? Kitlelerden kampanya kapsamında beklentiniz nedir? Son olarak eklemek istediğiniz başka neler var?

– Birleşik devrim güçleri olarak içinden geçtiğimiz siyasal sürece önderlik etme ve de zaferi kazanmaya odaklanmış durumdayız. Neticede, illegal bir örgüt olduğumuzdan, şu ana kadar yaptığımız çalışmaları kamuoyuyla paylaşamayız. HBDH ve KBDH adına ya da bileşenleri olan partiler olarak üslendiğimiz çeşitli kent, kır gerilla ve de milis eylemleri oldu.

Bunların daha yaygın ve de düşman kayıplarını arttırıcı düzeyde olması için çalışmaktayız. Fedai, cesur bir tarzla düşmanın üzerine gideceğiz. Eylem birimlerimiz her an her yerde onları vurabilir. Halklarımıza ve yol arkadaşlarımıza yaptıkları saldırıların hesabını soracağız. Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacaktır.

Eylem taktikleri açısından ise her türlü zenginliğe ihtiyacımız var. Operasyon tarzı, baskın, pusu, sızma yöntemleriyle düşmana etkili vuruşlar gerçekleştirebiliriz. Sabotaj ve suikast bakımından çok çeşitli eylemler olabilir. Teknik anlamda imkanlarımızın sınırlandığı hallerde dahi, bir kibritle ve benzinle envai çeşit eylem yapılabilir. Kurşunun bittiği yerde, bıçak iş görebilir.

Yeter ki sonuç almaya odaklanalım. Düşmanın her türlü tekniği, NATO silahları, biz ezilenlerin, fakirlerin, yoksulların, işçilerin, köylülerin yaratıcı aklı ve emekçi elleri sayesinde altüst olacaktır. Neticede tekniğe de insan kumanda ediyor.  İnsan iradesinin yenemeyeceği hiçbir teknik güç yoktur.

Bu devrimci hamlemizin amacı, antifaşist, anti sömürgeci dövüşken, militan bir kitle hareketi oluşumuna hizmet etmektir. Devrim, sosyalizm ve komünizm mücadelesinin hizmetindeyiz. Bu uğurdadır tüm zihni yoğunlaşmalarımız, bu uğurdadır kalp atışımız. Paranın, sermayenin ve rantın insanlık değerlerini öldürdüğü, insanın insana, doğaya yabancılaşma sebebi olan bu özel mülkiyet sistemini paramparça edecek yıkıcı tek kuvvet devrimci proletaryadır. Evet bizlerde bu onursuzluk ve kölelik düzenine, savaşım verdiğimiz Türkiye ve Kürdistan topraklarında zafere kavuşturacağımız bir devrimle yanıt vereceğiz.

Bu devrimin Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve dünya geneline yayılması için tarihi bir rolde üslenmiş durumdayız. Halkların ve kadınların birleşik devrim hareketinin savaşçıları ve komutanları olarak, bu savaşımda yeni siper yoldaşlarına her gün çok daha fazla ihtiyacımız var. Onurlu bir yaşamın, insanlık değerlerinin izini süren her bireyin yolu mutlaka bizleri aynı yerde buluşturacaktır. Demeçlerimizle, politik askeri eylemlerimizle sesimizi ulaştırabildiğimiz herkesi, saflarımıza, birlikte mücadeleye çağırıyoruz. Mücadelemizin yolu hangi mekanda olursak olalım, eylemden geçiyor. Parolamız eylemdir! Andımız ise zafer! Filistin özgürlük savaşçılarının bir sözüyle bitirmek istiyoruz: “Zafere kadar devrim!’’

– Teşekkür ederiz

– Ben de teşekkür ederim…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu