Makaleler

(Gündem) Saldırganlıkları Güçsüzlüklerinden!

7 Haziran seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan tarafından uygulamaya konulan “yeniden seçim” planı başarıya ulaşmış görünüyor. AKP’nin birinci parti olarak çıktığı seçimlerden sonra “koalisyon görüşmeleri” adı altında yürüttüğü oyalama siyaseti sonuç verdi. Şimdi tartışılan, erken seçimi gerçekleştirecek olan bir “seçim hükümeti” kurulmasıdır. Ve bu seçim hükümetinde HDP’nin yer alıp almaması… Görünen, her türlü yol ve yöntemin kullanılarak, erken seçimi baskın seçim haline getirmek ve AKP’nin 7 Haziran seçimlerindeki kaybını telafi etmektir. Bunun başarılı olup olmayacağını göreceğiz. Ancak kesin olan bir şey var ki, R. T. Erdoğan ve AKP’nin gözü kararmış durumdadır.

Oylarını artırmak için yapmayacakları dalavere, hırsızlık ve manipülasyon yoktur. R. T. Erdoğan seçim çalışmalarına şimdiden başlamış durumdadır. Katıldığı her etkinlikte, ağzından kan damlayan salyalar akıtarak, “betona gömmek”ten, son “terörist” kalmayıncaya kadar savaşı sürdürmekten bahsetmektedir. Başbakan ve kimi AKP’liler de ondan aşağı kalmamakta, halk düşmanlıklarına yeni suçlar  eklemeye devam etmektedirler. Faşist saldırganlık dizginlerinden boşanmış, başta havuz medyası olmak üzere, her türlü kitle iletişim aracı kullanılarak, halka yönelik saldırganlık artırılmıştır.

Yaşanan gelişmeleri ’90’lara dönüş olarak tanımlayan çoktur. Ama nedense bu ülkenin tarihinde, ’80’ler, ’38’ler, ’15’ler olmamış gibi davranılmaktadır. Ya da “saray darbesi”nin yapıldığından, bir kişinin kişisel ihtirasından bahsedilmekte, ülkenin uçuruma götürüldüğünden dem vurulmaktadır. R. T. Erdoğan’ın açıklamalarından hareketle ülkede rejim değişikliği olduğu dahi savunulmaktadır. Özellikle yaşanan politik gelişmeleri R. T. Erdoğan’ın kişisel iktidar hırsıyla açıklamaya çalışmak yetersiz bir yaklaşımdır. Aslında ortada bir saray darbesi filan yoktur. Devletin ’90’lara filan döndüğü de yoktur. Tüm bu yaşananlar “Türk tipi demokrasi” gerçekliğine uygundur. Yaşanan gelişmeleri bu türden yaklaşımlarla açıklayanlar, Türkiye’de faşist bir diktatörlük olduğunu, parlamentonun ve seçimlerin bu diktatörlüğü maskeleme işlevi gördüğünü unutmuş görünmektedirler.  Kuşkusuz ki bu faşist diktatörlük koşulları dönemsel olarak farklılık içermektedir.

Değişmeyen tek şey; devletin özünün halk düşmanı olmasıdır. Şu anda yaşanan gelişmeler ve R. T. Erdoğan’ın yeniden seçim ısrarının nedeni, Türk hakim sınıflarının özellikle de Erdoğan’ın temsil ettiği kliğin, Ortadoğu’da, somut olarak da Suriye’de yaşadığı yenilgiyle birlikte değerlendirilmelidir. Hem içte hem de dışta yaşanan politik gelişmeler, bu politika değişikliğinin ana nedenidir. Türk hakim sınıfları hem içeride hem de dışarda izledikleri politikada kaybetmiş ve sıkışmıştır.

Bu nedenle tüm bu faşist saldırganlığın nedeni, R. T. Erdoğan ve AKP’nin güçlü olmasından değildir. Tam aksine onları bu kadar saldırganlaştıran kaybetme korkusudur. R. T. Erdoğan ve AKP’nin durumu ölümcül bir yara almış, yaralı bir hayvanın tavrına benzemektedir. Öleceğini hisseden yaralı hayvanın umutsuz çaresizliğiyle saldırmaktadır. AKP yarayı Gezi İsyanı’nda almış ama ölmemiştir. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları yaralı bünyenin kendi içindeki reaksiyonudur. Kobanê Serhildanı ise yarayı daha da derinleştirmiştir. 7 Haziran seçim sonuçları yaralı hayvanın kendi sonunu görmesi olarak ortaya çıkmıştır. Tam da bu nedenle R. T. Erdoğan ve AKP; olası bütün riskleri göze alarak başta Kürt halkı olmak üzere, halka saldırı kararı almıştır. AKP’nin ve bir bütün olarak TC faşizminin halka saldırısının, faşizm karşısında

halk kitlelerinde tepkiyi biriktireceği açıktır. Özellikle ölen asker cenazelerinde AKP’ye yönelik tepkinin artışı da bu anlamda değerlendirilmelidir. Halkın geniş bir kesimi, R. T. Erdoğan ve AKP’nin başta Kürtler olmak üzere, halk kitlelerine ve onların devrimci demokratik örgütlenmelerine yönelik başlattığı faşist saldırganlığın arkasında, AKP’nin tek başına iktidar olması ve başkanlık hesabının olduğunun farkındadır. Bu durum beraberinde artan asker ölümleriyle birlikte halkın “Kaçak Saray”a karşı tepkisini daha da artıracaktır. Halkın eskisine göre daha geniş bir kesimi Kürt ulusuna karşı yürütülen haksız savaşın ayırımındadır ve bu savaşın “vatan için yapıldığına” inanmamaktadır. Öte yandan diğer gelişmeler bir yana özellikle halkın geniş kesimlerinin yaşamını doğrudan etkileyen ekonomik duruma işaret etmek gerekir. Döviz kurundaki yükseliş beraberinde bir yandan ekonomik krizin bütün olumsuz yükünün halkın sırtına bindirilmesini getireceğinden önümüzdeki sürecin Türkiye halkına daha fazla zulüm, baskı, ekonomik kriz, işsizlik ve yoksulluk getireceği açıktır. Bu durum kitlelerdeki hoşnutsuzluğu daha da artıracaktır. Bu durum beraberinde sadece AKP’nin değil bir bütün hakim sınıfların yönetememe krizinin derinleşmesini getirecektir.

Faşist saldırganlığa karşı aktif direniş!

Bu saldırılar ve özellikle faşizmin askeri saldırıları karşısında kimi kendinden menkul  aydın”ların Kürt ulusal hareketine tek taraflı ateşkes çağrısı yapmaları, gerilla güçlerine pasif savunmada kalmayı önermeleri; “koyunun kasaba boynunu” uzatma tavsiyesiyle eşdeğerdir.

Bu türden çağrıların andaki karşılığı, “imha olmayı kabul et” demektir. Böyle bir çağrının hayata geçmesi demek faşist Erdoğan kliğinin elinin güçlenmesi ve kaybederken tekrar bir zafer havasına girmesine yol açmaktır. Faşizm bu fırsatı kaçırmayacak ve en iyi bildiği şeyi yaparak, “hainleri ezdik, dayanamadılar ateşkes istediler, kaçacak delik arıyorlar” gibi alanlara başvuracağı açıktır. Daha şimdiden “havuz medyası” bu tür yayınlar yapmakta ama inandırıcı olamamaktadır.

cenazeBununla birlikte, ateşkes ya da pasif savunma içerisinde bulunmanın başta gerilla güçleri olmak üzere halkın kayıplarını daha da artıracağı kesindir. Faşizmin saldırılarına karşı gerillanın ve halkın her türlü yol ve yöntemi kullanarak kendini savunması meşrudur ve gereklidir. Faşist saldırganlık karşısında tek taraflı ateşkes yerine, çift taraflı ateşkes çağrısı yapılması, faşist saldırganlığı daha fazla teşhir etmekte geniş kitlelerin gözünde, “Kaçak Saray”ın savaşı kendi çıkarları için tırmandırdığı algısını güçlendirmektedir. Kuşkusuz ki Kürt ulusuna yönelik bu saldırganlık “barış” çağrılarıyla sona ermeyecektir. Ama politik olarak düşmanın daha da yalnızlaşmasına, haksız savaşın kitlelerin gözünde daha fazla teşhir olmasına hizmet etmektedir.

Bu amaçla “Barış Bloku”nun çalışmaları önemlidir. Ülkemizde gerçek anlamda barışın ancak savaşılarak sağlanabileceği gerçeğini unutmadan devrimci demokratik güçlerin şehirlerdeki aktif direnişlerini sürdürmeleri, sokakları terk etmemeleri de önemlidir. Buna paralel olarak Kürt hareketinin kimi bölgelerde “demokratik özerklik” ilan etmesi, halkın “kendi kendimizi yöneteceğiz” çıkışı düşmanı sıkıştıran bir role sahiptir. Tartışmaya mahal vermeyecek kadar açık olan yan şudur ki; Kürt hareketinin faşizmin azgın saldırganlığı karşısında, bir direniş yöntemi olarak halkın kendi kendisini yönetme talebini dillendirmesi, öz yönetim kurma çağrıları demokratiktir ve desteklenmelidir.

Bu azgın faşist saldırganlığın ve özellikle de askeri saldırıların sürgit devam etmesi beklenmemelidir. Faşizmin kayıpları arttıkça, halk kitlelerinin tepkisi daha da artacaktır.  Faşizm erken seçime kadar, kazanabileceği kadar mevzi kazanma derdindedir. Bu açıdan özellikle seçimlere kadar saldırıların artarak devam edeceği ve özellikle de seçimlerde her türlü hile ve manipülasyonun yapılacağı açıktır. Böylesi bir tablo içinde, Kürt hareketine ateşkes çağrısı yapıp özellikle silahsızlanma yönünde müzakere yürütme önerilerinde bulunmak, iflah olmaz halk düşmanlığıdır. Çünkü orta yerde ezilen bir bağımlı ulus vardır. Kürt ulusunun kendi kendini savunması ve Özgürce Ayrılma Hakkı vardır. Bu gerçekliği ret eden her “çözüm”, gerçekte bir çözüm değildir.

Faşizmin saldırganlığına karşı halk güçleri çaresiz değildir. Bugün faşizm erken seçimle Kürt hareketini ve ilerici ve devrimci güçleri terbiye edip yenilgiye uğratmayı amaçlasa da, eli daha önceki süreçlere göre daha zayıftır. Her şeyden önce ortada bir 7 Haziran seçim sonucu vardır. AKP bu seçimde kaybetmiştir. R. T. Erdoğan başkan olamamıştır. Yine askeri olarak, TC gerilla karşısında zafere ulaşamamıştır. Yapılacak erken seçimde de halk güçlerinin boykot taktiğinden tutalım da, aktif seçim çalışmalarına kadar, silahlı silahsız mücadele biçimlerinin yükseltilmesinden, filli meşru savunma taktiklerine kadar izleyebileceği bir dizi taktiksel politika zenginliği vardır. Dolayısıyla şu veya bu şekilde izlenecek taktik politikayla da olsa R. T. Erdoğan’ın “yine başkan yaptırılmaması”nın koşulları eskisine göre daha fazladır. R. T. Erdoğan ve AKP’nin daha şimdiden yine kaybettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu