GüncelMakaleler

ANALİZ | Zap ve Metîna’da Gelişen Savaşın Anlattığı

Gerillanın kayıpları, son yıllara nazaran bu yıl oldukça azalmış durumdadır.  Türk ordusunun kayıpları ise tersine artmış ve neredeyse her gün kayıp verir duruma gelmiştir.

Faşist Türk ordusunun, medya savunma alanlarına yönelik bahar aylarında başlatmış olduğu işgal saldırısı, yaklaşan kış koşulları ile yeni bir safhaya girmeye hazırlanıyor. Aylardır Türk ordusu, Zap ve Metîna alanlarında gerilla karşısında tam bir hezimet yaşamaktadır.

Yapılan işgal saldırısının adını “pençe-kilit” koymalarının özel bir anlamı vardı. Kendi kurguladıkları stratejiye göre gerillayı güney sınırlarının en sonuna kadar geriletip lider kadroyu kuşatarak gerilla savaşının kapısına kilit vurmayı hesaplıyorlardı. Buna paralel olarak yandaş medya üzerinden günlerce Türk ordusunun geliştirmiş olduğu bu stratejinin propagandası yapıldı.

Kerameti kendinden menkul eski subaylar, terör uzmanları yelkenlerini Turancı yayılmacı rüzgarla doldurarak ekranlardan yeni stratejilerinin avantajlı ve güçlü yanlarını kamuoyuyla paylaşmakta bir beis görmüyorlardı. Ancak unuttukları bir şey vardı ki, daha işgal saldırısının başladığı andan itibaren Kürt özgürlük hareketi gerillaları da bütün bir kış boyunca kendi hazırlığını yapmış ve düşmanın olası saldırısı karşısında konumlanmıştır.

Düşman helikopterlerle indirme yapmaya başladığı andan itibaren gerillanın yanıtı da benzer sertlikte olmuştur. Günler, haftalar geçmesine karşın Türk ordusu, belli bazı tepelere yerleşmiş olsa bile bulunduğu alanda ilerleme kaydedememiş ve gerilla, Türk ordusunu Zap ve Metîna alanlarına kilitlemiştir.

Bu işgal saldırılarında, Türk ordusunun izlemiş olduğu tarza karşı gerillanın geliştirdiği taktiklerin önceki yıllara göre bazı farklılıklarının olduğunu belirtmekte fayda var. Bilindiği üzere Türk ordusu, tekniği belli bir süredir kullanıyor ve gerilla karşısında kendine özellikle stratejik temelde bir misyon da biçiyor. Fakat tekniğe dayalı tarz geliştirme ve bunun üzerinde askeri doktrin oluşturma meselesinde ortaya çok fazla bir şey çıkartamamıştır.

Yıllardır özellikle İsrail’le keşif uçakları alanında geliş-irdikleri iş birliği ve bu iş birliği temelinde Türk devletinin “yerli ve milli” olarak pazarladığı tekniği esas olarak emperyalist devletler ve İsrail’den aldığı biliniyor. Türk ordusu, keşif alanında esas olarak İsrail’in tecrübelerinden faydalanmaktadır. Bunun yanısıra son dönemde özellikle Rusya ile geliştirdiği askeri ilişkiler bağlamında Rus ordusunun askeri doktrini çerçevesinde karşılıklı etkileşim halinde oldukları da son dönemlerde basına yansımıştı.

Emperyalist ülkelerin hava savunma sistemleriyle beraber keşif ve istihbarat alanında da geliştirdikleri teknikle Türk devletinin elinde bulunan teknik arasında uçurum vardır. Daha doğru bir ifadeyle Türk ordusunun geliştirdiğini iddia ettiği teknik, emperyalist devletlerin ve İsrail’in denetimine açık bir tekniktir. Türk devletinin Ukrayna’ya sattığı TB2 keşif uçaklarının neredeyse tamamı Rusya tarafından ya düşürülmüş ya da tamamen etkisiz hale getirilmiştir.

TB2 keşif uçaklarının Ukrayna’da çok işlevli olmadığı ve bunun içinde Rus ve Türk devletlerinin ilişkilerini etkilemediği özellikle Rus tarafından yapılan açıklamalardan öğrenmiş bulunuyoruz.

Rus ordusunun geliştirdiği askeri doktrin: “Hibrit Savaşı”

Konunun esasına dönecek olursak Türk devletinin teknik üzerinden geliştireceği strateji ve taktiğin de dışarıya bağımlı bir özelliği vardır. TC’nin medya savunma alanlarına yönelik işgal saldırısına ABD açıktan ve bir o kadar tehditkâr bir dille destek vermişti. Kuşkusuz bunun ABD emperyalizminin bölgedeki politik askeri

çıkarları ile doğrudan alakası vardır. Söz konusu ABD gibi emperyalist bir “güç” olduğunda meseleyi sadece Kürt sorunu konusu özgülünde okumak verilen desteğin bağlamını oldukça daraltacaktır. ABD’nin İran’ın kuşatılması stratejisi üzerinden Türk devletine biçtiği bir misyon vardır. Türkiye’den Musul ve Kerkük’e kadar Sünni-İslamcı bir kuşak hattın oluşturulması ABD açısından oldukça stratejiktir. Bu açıdan Türk ordusunun kullanması için bazı silahları TC’ye verdikleri ve kullanmaları için de önünü açtıkları görülüyor.

Türk ordusu için strateji geliştiren düşünce kuruluşları son yıllarda özelikle Rus ordusunun geliştirdiği askeri doktrin olan “Hibrit Savaşı” olarak bilinen stratejiye özel bir ilgi gösterdikleri anlaşılıyor. Son yıllarda bu doktrine dair birçok makale, görüş ve değerlendirme yayınlanmıştır. Özellikle bu sene propagandadan tutalım, saldırı biçimlerine, istihbarat birimlerinin sahaya aktif ve operasyonel bir güç olarak sürülmesinden askeri birliklerin hareket tarzına kadar Hibrit Savaşı’nın birçok özelliğini görmek mümkündür.

Hibrit Savaşı en genel haliyle “Düzenli ve düzensiz savaşın bir arada yürütülmesine vurgu yapan bir kavramdır. Genel bir tanımlama ile siyasi istekleri karşı tarafa kabul ettirmek amacıyla, muğlaklık yaratarak barış, kriz, çatışma ve savaş ortamındaki koşullara özgü şekilde askeri ve askeri olmayan vasıtaların en uygun karışımının bütünleşik olarak kullanılmasını öngören bir savaş konsepti ifadesiyle istihbarat olarak tanımlanabilir.

Ancak, hibrit savaşı kavramının ortaya çıkmasına yol açan ana neden, yeni güvenlik ortamında düzenli ve düzensiz savaşın çok fazla iç içe geçmişliğine ilişkindir.”

(…)

“Hibrit savaşın en belirgin özelliklerinden biri muğlaklık yaratmaktır”.

“Günümüzde barış ve savaş arasındaki fark belirsizleşmiştir ve devletler rakiplerine isteklerini kabul ettirmek için doğrudan savaşmak yerine birbirlerine karşı barış döneminden itibaren çeşitlendirilmiş vasıtalarla ilan edilmemiş örtülü savaşlar yürütmektedirler. Bu bakımdan hibrit savaşta yalnızca çatışma dönemi ile sınırlı bir kavram değildir ve barış, kriz ve çatışma dönemlerinin tümüne yayılan bir konsepttir. Hibrit savaşın en belirgin özelliklerinden birisi muğlaklık yaratmaktır. Muğlaklık üç şekilde düşünülebilir. Birincisi yürütülen faaliyetlerin arkasında kim olduğunun bilinmemesi, ikincisi bu faaliyetlerin arkasındakiler bilinse dahi asıl amacın ve niyetin anlaşılamaması ve üçüncüsü de askeri güç kullanımı olup olmayacağıdır. Muğlaklık yalnızca karar vericileri hedef almaz. Aynı zamanda kamuoyunu, etkili grupları, şahısları ve doğrudan halkı hedef alır. Ayrıca uluslararası aktörler ve taraflar üzerinde de muğlaklık yaratılması amaçlanır.

Propaganda, psikolojik harekât, medya ve sosyal-medya manipülasyonları, stratejik iletişim gibi araçlar yanında etkili diplomatik, ekonomik, askeri, sosyal-kültürel eylemler de yer alabilir. Barış döneminde hibrit savaş ağırlıklı olarak askeri olmayan vasıtalarla yürütülmektedir. Diplomasi, siyasi ve ekonomik zorlamalar, enerji vb. diğer bağımlılıkların istismarı, yıkıcı faaliyetler, suç ve terör örgütlerinin kullanılması, sivil toplum kuruluşlarının kullanılması, medya ve sosyal-medya manipülasyonları, stratejik iletişim, psikolojik harekât, memnuniyetsiz grupların provokasyonu, sivil itaatsizlik, istihbarat operasyonları ve siber saldırılar bu dönemde yaygın olarak kullanılan yöntemler ve araçlardır.”

(…)

“Barış, kriz ve çatışma yelpazesindeki askeri ihtiyaçlar ile düzenli ve düzensiz savaşın tüm görevlerine cevap veren İHA/SİHA’lar bugün hibrit savaşın en önemli askeri araçlarından biri haline gelmiştir. TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri) sınır içinde ve son olarak Suriye’de yürüttüğü operasyonlarda yerli üretim İHA/SİHA sistemlerini diğer sistemlerle entegre bir şekilde başarıyla kullanmış ve bu alanda dünyanın önde gelen silahlı kuvvetlerinden biri olduğunu “ispatlamıştır”. Karmaşık harekât ortamlarında İHA/SİHA/Dronalar teröristler dahil tüm aktörlerce her geçen gün daha yoğun olarak kullanılmaktadır” şeklinde tarif edilmektedir. (Eylem Okumuş, Global Savunma)

Türk devletinin iç ve dış savaş bakanlarından tutalım da cumhurbaşkanı ve istihbarat başkanına kadar özellikle son yıllarda bu doktrin doğrultusunda hareket ettikleri görülecektir. TC, hem bölgesel gelişmeler hem de gerilla karşısında esas olarak savaşa göre bir konumlanma içerisindedir. Türk ordusunun ’90’lı yılların “düşük yoğunluklu askeri savaş stratejisi” iki binlerin ikinci yarısından itibaren “asimetrik savaş” olarak yeniden tanımlanmış ve son yıllarda “Hibrit Savaş” kendini güncelleme ihtiyacı duymuştur.

Bunda kuşkusuz gerillanın, Rojava devriminin, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin ve uluslararası alanda yaşanan hegemonya mücadelesinin önemli bir payı vardır.

TC ve Esad rejiminin çıkarları bir yerde ortaklaşmaktadır

Rojava ve Kürdistan bölgesel yönetimin bulunduğu alanlarda Türk devletinin yapmış oldukları suikast, insan kaçırma, yerleşim alanlarının bombalanması, kimyasal silah kullanımı vb. daha bir dizi saldırı yöntemini bu temelde okumak gerekmektedir.

TC devleti, Haziran ve Temmuz aylarında Rojava’ya yönelik yeni bir işgal saldırısı girişiminde bulunmuş, Rusya ve ABD’den onay istemişti. Her iki emperyalist güçle kapalı kapılar ardında ne gibi pazarlıkların döndüğünden bütünlüklü haberdar olma durumumuz olmamasına karşın sahada Türk devletinin yapmış olduğu saldırılardan ve işgal tehdidinin geri plana çekilmesinden anlaşıldığı kadarıyla efendileri Rojava nezdinde işgal saldırısına şimdilik onay vermeseler bile farklı bir yöntemle saldırılarının önünü açtıkları görülüyor.

Son aylarda özellikle kim olduğu, ne iş yaptığını gözetmeksizin suikast saldırılarında gözle görülür bir artış yaşandı. Daha öncesinde PKK kadrosu olarak gördüğü kişilere yönelik yapılan saldırılar genelleşerek özerk yönetim çatısı altında çalışan yerellere kadar kapsamı genişletilmiştir. Hatta bazı saldırıların doğrudan ABD’ce koalisyon üslerinin bulunduğu yerlerin yakınındaki noktalara yapılması verilen iznin ve çizilen sınırların kapsamını göstermesi bakımından oldukça açıklayıcıdır. Özellikle öne çıkan saldırı biçimleri ise keşif uçakları ile suikast ya da kaçırarak infaz etme şeklinde öne çıkmaktadır.

TC devletinin istihbarat alanında özelikle DAİŞ ve türevi çete örgütlenmelerine dayandığı bu temelde geniş bir istihbarat ağı oluşturduğu biliniyor. Bunların yanında son dönemde özellikle Esad rejimiyle de benzer bir ilişki geliştirmeye çalışmaktadır. Söz konusu Kürt ulusal özgürlük hareketi olduğunda Türk devleti ve Esad rejiminin çıkarları bir yerde kesişerek ortaklaşmaktadır.

Türk devleti, yaptığı kimi saldırıları üstlenirken kimilerini üstlenmemekte ve muğlak bırakmayı tercih etmektedir.

Özellikle son dönemde iki MLKP savaşçısının ve Süleymaniye’de gazeteci Nagehan Akarsel’in katledilmesinde bu yöntemi kullanmıştır. Zaten Türk saldırı bakanı Hulusi Akar da Rojava’ya yönelik gerçekleştirdikleri saldırını kapsamını savaş olarak tanımlamış, bu saldırıları son dönemde geliştirdikleri stratejinin bir unsuru olduğunu belirtmiştir.

Hulusi Akar’ın bu açıklaması oldukça önemlidir. Çünkü Türk devleti, Rojava alanında bu tarzdan sonuç aldıkça bir tarz olarak ülke içine doğru genişletme ve terörist olarak gördüğü herkese karşı kullanma eğilimindedir. Bu açıdan bugün Rojava alanı, Türk devleti açısından aynı zamanda bir deneme alanıdır. Türk devletinin bu tarzı özellikle İsrail’den aldığını da belirtelim.

İsrail, Filistinli direniş örgütlerinin militan ve kadrolarına yönelik yıllardır bu tarzda suikastlar gerçekleştiriyor. Türk ve İsrail arasında son dönemde yaşanan “yakınlaşma”nın böylesi yanları da vardır.

TC’nin acizliği…

Başa dönersek, gerillanın Türk ordusuna Zap ve Metîna’da vurduğu kilidi açması oldukça zordur. TC, gelinen aşamada kazanamayacağını anlamış durumdadır. Gerilla karşısında aldığı darbelerden sonra çeşitli düzeydeki bakanlar bölgeye sık sık moral ziyaretleri gerçekleştirmek zorunda kalmaktadır. Kazanamayacaklarını anlamaları bir yana geri çekilmeleri de kendileri açısından daha büyük bir yıkımı getireceğinden oldukları yere çakılmış durumdalar.

Gerilla düşmanın geliştirdiği savaş tarzına karşı tünel ve tim savaşıyla yanıt vermiştir. Hem yerin altında hem de yerin üstünde yeni bir savaş tarzı gerillanın hanesine kazanılmış durumundadır. Bu savaş biçimi, gerilla savaşının yürütüldüğü diğer coğrafyalarda da kullanılabilir bir özelliğe sahiptir. Gerillanın kayıpları, son yıllara nazaran bu yıl oldukça azalmış durumdadır.  Türk ordusunun kayıpları ise tersine artmış ve neredeyse her gün kayıp verir duruma gelmiştir.

TC ordusunun bunca kayba rağmen dayanabilmesinin nedeni ise El-Nusra SMO gibi çete gruplarından gerilla alanlarına güç götürmesidir. Tek başına Türk ordusunun bunca kayba dayanak gücü yoktur.

Türk devleti acizliğinin bir göstergesi de gerilla karşısında kimyasal silah ve taktik nükleer bomba kullanmasıdır. Bu silahları ABD’nin Türk ordusuna verdiğini belirtmiştik. Bu silahlar, kitle imha silahları kategorisine girdiği ölçüde uluslararası anlaşmalar gereği kullanımı yasaklanmış silahlardır. Fakat mevzubahis Kürtler ve onların mücadelesi olduğunda özellikle Avrupalı emperyalist devletler sessizlikle TC’ye destek vermektedirler.

Gerilla, işgal saldırılarına karşı geliştirdiği direnişi bugüne kadar getirmiştir. Önümüzde kış ayları, bu savaşın farklı bir aşamaya evrileceğinin işaretlerini vermektedir. Bütün bir bahar ve yaz ayları boyunca direnen gerillanın şartların kendi açısından elverişli olduğu kış aylarında Türk ordusuna daha etkili darbeler vuracağını şimdiden öngörmek gerekmektedir.

Fakat öte yandan savaşın farklı alanlara taşınması, gerillanın bu direnişinin yayılmasıyla sonucun belirlenmesinde tayin edici olduğunu belirtmek gerekir. Gerek Rojava devriminin savunulması gerek de gerilla direnişinin büyütülmesi açısından birleşik devrimci mücadelenin omuzlarına büyük görevler düşmektedir.

Devrimci savaşı her alana yaymak, ezilenlerin devrimci şiddetini her koşulda savunmak direniş alanlarını genişletecek ve faşist Türk devletinin soluk borularını tıkayarak nefessiz bırakacaktır.

Egemen sınıflar hangi savaş stratejisini geliştirirlerse geliştirsinler, bölge halklarının, ezilen kitlelerin sınıf savaşımında oynayacağı rolün üzerinde bir rol oynayamazlar. Tarih yapıcılar, her gün-her saat öfke ve isyanlarını haykırıyor. İran’da devam eden kadın isyanı, bütün bir bölgeyi etkisine alacak etki gücüne sahiptir. İsyan dalgalarının silahlı mücadele ile buluşması ise öncünün, önderliğin kitlelerle buluşturmasına bağlıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu