GüncelMakaleler

Analiz | İşçi Sınıfının Devrimciliğinin Nesnelliği-1

"Bilimsel temellerden yoksun, burjuvazinin parayla kiraladığı reklam ajansları gibi çalışmak ve aynı anlayışla sosyalizme karşı mücadele etmek, ideolojik mücadeleden öte, kapitalizmin rekabetçi anlayışının kötü bir örneği olabilir"

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, toplumların sınıflara bölünmüşlüğünün ve sınıfların varlığının icadı Marks’a ait değildir. Ondan önce birçok burjuva araştırmacısının belirlediği bir olgudur.

Bunu Marx’da açıkça belirtir. Bu nedenle, revizyonist ve reformistlerin, “sınıf” olgusunu Marx’a dayandırmalarının bir gerçekliği yok. Ancak, Marx, işçi sınıfının mücadelesinin nereye varacağını, ne gibi toplumsal sonuçlar doğuracağını, kapitalist toplumun diyalektiğini materyalist tarih anlayışıyla ortaya koymuştur. Burjuvazinin korkusu, işçi sınıfının, sınıf mücadelesinin hedeflediği amaçlarından gelmektedir.

Toplumların sınıflara bölünmüşlüğü insan iradesinden bağımsız, toplumsal ekonomik gelişim yasalarına uygun olarak ortaya çıkmış nesnel bir durumdur. Önceki toplum bir sonrakinin varlık koşuludur. Toplumlar tarihinin ortaya çıkardığı tarihi gerçek şudur: İnsanlık, sınıflı toplumları yaşamadan daha yüksek bir sınıfsız toplumu yaşayamazdı. Marks ve Engels, toplumsal bir nesnellik olan sınıf olgusunun tarihteki yerini, toplumların gelişmesindeki yerini bilimsel olarak belirlediler ve sınıflı toplumların itici gücünün de sınıf mücadeleleri gerçeği olduğunu saptadılar.

Burada önce işçi sınıfının doğuşunu kısaca da olsa anlatmak gerekiyor. Tarih, ilkel komünal dönem hariç günümüze kadar sınıflı toplumlar tarihi olarak devam ediyor. Sınıfların ortaya çıkışı; yaşamaları için maddi üretimde bulunan insanların üretiminin artması, iş bölümünün ortaya çıkışı ve üretim fazlalığının olması sonucu olmuştur. İşçi sınıfının ortaya çıkışı ise burjuvazi ile birlikte olmuştur. Her yeni toplum, bağrında taşıdığı çelişkilerin kendi karakteristiğine uygun olarak üretim ve üretim ilişkilerinden kaynaklı yeni sınıflar ortaya çıkarmıştır. Kapitalist toplumsal sürecinde de daha önceki toplumsal süreçlerde olmayan işçi ve burjuva sınıfları ortaya çıkmıştır.

Köylülüğün topraktan koparılarak mülksüzleştirilmesi, sanayinin gelişmesi ve tarımın ise modernleştirilmesiyle işçi sınıfı ortaya çıkmıştır. Modern kapitalist sanayinin işçiye gereksinimi vardı. İşçiler ise toprağa bağlı köylülerin topraklarından koparılıp mülksüzleştirilerek sağlanabilirdi. Kapitalizmin gelişmesine koşut olarak zanaatkarın işyerinden edilmesi ve köylünün topraktan koparılması da atbaşı gitmiştir.

Burjuvazi, toprağından çekip aldığı köylüyü şehirlere yığıp fabrikalara hapsetmesine karşılık, belli bir ücret karşılığında işçilerin işgücünü satın aldı. Çünkü işçilerin artık işgücünden başka satacak ve geçimlerini sağlayacak başkaca bir “özel mülkiyet”leri yoktu. (Esasında, işgücünün satan işçinin işgücü de patrona satıldıktan sonra kendi özel mülkiyeti olmaktan çıkıyor.) İşçilerin işgücünü satın alan burjuvazi, onların artı-değerini el koydu.
İşçilerin üretim araçlarından yoksun ve üretim araçlarının burjuvazinin (patronun) tekelinde olması, işçilerin iş güçlerini patrona satmaktan başka bir çıkar yol bırakmamıştır. İşgücünü patrona satmakta “özgür” işçi, özünde modern ücretli köleden başka bir şey değildir.

İnsanların yaşamaları için üretimde bulunmaları gerekiyor. Daha önceleri toprağını işleyen köylüler, geçimlerini buradan ya özgür köylü ya da yarı-özgür köylü olarak sağlıyorlardı. Bu üretim araçları da (yer yer zorla, yer yer ise zorunlu) ellerinden alınınca işçi olarak işgüçlerini üretim araçlarını gasp edenlere (burjuvazi) satmak zorunda kaldılar. Üretimi bütünüyle işçinin gerçekleştirmesine karşılık, üretim araçlarından yoksun olması, işçi ile patronu, işçi sınıfı ile burjuva sınıfını karşı karşıya getirerek çelişkileri keskinleştiren kapitalizm, “kendi mezar kazıcısını” da yaratmış oldu. Tarihin o gününden beri işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki bu çelişki, artarak devam etmiş, işçi sınıfı kendisi için sınıf olduğundan beri de sınıf çatışması iktidar çatışmasına dönüşmüştür. Çatışmanın görüngüsü ne olursa olsun, sınıflar arası mücadele siyasal iktidar mücadelesinden başka bir şey değildir.

Aşırı üretim ve yığınların yoksulluğu, her biri ötekinin nedeni olmak üzere, işte büyük sanayinin sonucu olan ve kaçınılmaz olarak üretim tarzının dönüşmesiyle üretici güçlerin özgürlüğünü gerektiren anlamsız çelişki budur.

“… modern tarihte, bütün siyasal savaşımların sınıf savaşımları oldukları ve sınıfların bütün kurtuluş savaşımlarının, zorunlu olan siyasal biçimlerine karşın –çünkü her sınıf savaşımı bir siyasal savaşımdır- son tahlilde ekonomik kurtuluşun çerçevesinde döndükleri tanıtlanmıştır.” (K.Marx, F.Engels, Felsefe İncelemeleri, s. 56, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı)

Sınıflar arası mücadeleyi iktidar mücadelesinden ayrı ele almak, sınıflı toplumun içerdiği çelişkileri kavrayamamaktan kaynaklandığı gibi özellikle kapitalist sistemin karakteristiğinin ne gibi siyasal sorunlar doğurduğunu görmemek ya da görmezden gelmeye çalışmaktır. Revizyonist ve reformistlerin ve bunların ideolojik kaynakları ikincisine dahildir. Toplumsal sınıfların birbiriyle ilişkilerini belirleyen üretimdeki yerleri ve üretim ilişkileridir. Bir sınıfın üretim ilişkilerine hakim olması, kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda işgücünü sömürmesi, işgücünü satın aldığı sınıfı üretim araçlarından yoksun bırakması, bu iki sınıf arasındaki çelişkiyi uzlaşır değil uzlaşmaz hale getirir.

Köylülük ya da küçük üreticilerle ve de şehir küçük burjuvazisi ile işçi sınıfı arasındaki çelişki, üretenlerle üretim ilişkilerine sahip olanlar arasındaki gibi uzlaşmaz değil, uzlaşır bir konumdadır. Üretim araçlarına sahip olan burjuvazi ile üretim araçlarına sahip olmayan ve yaşamak için sadece işgüçlerini satmak zorunda kalan işçiler arasındaki çelişmenin uzlaşır olduğunu söylemenin ne bilimsel bir yanı vardır ne de doğru bir saptamadır. Bu tür önermeler olsa olsa kapitalist bir toplumda iktidarı elinde bulunduran burjuvaziyle sömürülen işçileri “eşit” statüde görmek ya da göstermektir. Eşitsizler arasında eşitlik ne matematikte ne de toplumsal sınıflar arasında olabilir.

Reformist ve revizyonistlerin ilk karşı çıktığı şey, işçi sınıfının devrimciliğidir. Onlara göre “işçi sınıfı devrimci olmadığı” gibi devrime önderlik edecek bir durumda da değildir. Öte yandan kapitalist toplumun gelişmişlik düzeyi, sınıfları ortadan kaldırmış ya da sınıf mücadelelerini gereksiz hale getirmiştir vb. ve benzeri düşünceler günümüzde daha çok ileri sürülmektedir.

Bu tür düşünceleri ileri sürenlere, Engels’in bir sözüyle, daha yazının başında yanıt verelim;

Öte yandansa, toplumsal bozuklukları, sermaye ve kâra hiç ilişmeksizin her derde deva reçeteleriyle ve binbir çeşit yamayla ortadan kaldırmak isteyen bir sürü toplumsal şarlatan. Bunların hepsi de, işçi sınıfının dışında duran ve daha çok ‘mektep medrese’ görmüş sınıfların desteğini arayan adamlardı.” (Engels, Komünist Manifesto, s. 33, Önsöz, Aydınlık Yayınları, Birinci Baskı, Mart 1979)

Aslında bu tür reformist anlayışların tarihsel kökenleri Marks-Engels dönemine kadar uzanmaktadır. Daha sonraları ise işçi sınıfının devrimci olmadığını ileri süren anlayışlar geliştirilerek, en son “elveda proletarya” ile sonuçlandırılmak istenerek burjuvazi, ideolojik olarak rahatlatılmak istenmiştir. Daha sonraları ise “post”lar türemiştir. Her şeyin ya başına ya da sonuna bir “post” ekleyerek öncesi olamayan yeni bir şeymiş gibi ya da sorunun özünün karartmak, gerçekleri gizleyebilmek, anlamsızlaştırmak için kullanılan “kavram”lar ve de adlandırmalar yığını. Burjuvaziyle dişe diş dövüşmekten korkan ah şu bizim küçük burjuvazi ne kadar da korkuyor, sınıf mücadelesinden, proletarya diktatörlüğünden. Ama proletarya diktatörlüğünden korktuğunu söyleyen bu ahmak oportünistler, burjuva diktatörlüğüne övgü dizmekten de geri kalmıyorlar. Ne yaman çelişki!

İşçi sınıfını devrimci olmaktan, devrime önderlik edecek bir sınıfsal konumdan çıkaracak ne gibi gelişmeler olmuştur? Önce bunlara yanıt verilmelidir. Çünkü, işçi sınıfının devrimci niteliğini reddedenler, kapitalizmin değiştiğinden dem vuruyorlar.

Kapitalist üretim ilişkilerinde her hangi bir değişiklik, işçinin artı-değerini gasp etmede herhangi bir değişiklik, üretim araçlarının özel mülkiyetinin belli ellerde toplanmasında (yani, artan ölçüde mülkiyetin belli ellerde toplanması) herhangi bir değişiklik, çoğunluğun mülksüzleştirilmesinde ve sermayeye artan ölçüde bağımlı hale getirilmesinde herhangi bir değişiklik, işçinin üretim araçlarına bağlı hale getirilmesinde ve işgücünün metalaştırılmasında herhangi bir değişiklik yokken; kapitalist sistemin değişiminden ya da onun karakter değiştirdiğinden söz etmek, gerçeği ifade etmediği gibi bilinçli bir yanıltma, sermayenin insanlık için artık büyük bir yük olan egemenliğinin sürdürülmesinin riyakar bir çabası vardır.

Oysa, serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme (emperyalizm) evrilmesiyle, işçi sınıfının devrime önderlik edecek olma özelliği ortadan kalkmamış, tersine, proletarya önderliğinde olan bütün devrimler bu süreçte gerçekleşmiştir. Emperyalist-kapitalist sistem işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki çelişkileri geriletme yerine daha da keskinleştirmiştir.

Teknolojinin gelişmesi ve de üretim araçlarının gelişmesi, işçi sınıfının üretim içindeki yerini, üretici güçler içindeki belirleyiciliğini geri plana itmemiştir. Üretici güçlerdeki muazzam gelişme ile üretim ilişkilerinin geri düzeyi yani üretim ilişkilerinin üretici güçlerinin gelişmişlik düzeyine koşut gelişmemesi, ona karşılık verememesi, sınıf çatışmasını ortadan kaldırma bir yana daha da keskinleştirici bir rol oynamıştır. Genel anlamda bu, toplumun iki toplumsal sınıfa bölünmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı toplumsal bir durumdur.

Kapitalist üretim biçimlerindeki değişim ve gelişmelerin toplumsal sonuçları, her geçen gün üretim araçlarına sahip olanları mülksüzleştirerek işçileştirdiği gibi, kapitalist toplumun karakteristiğini belirleyen kapitalist üretim ilişkilerini de aynen devam ettirmektedir.

Bu olgular, ne işçi sınıfının sınıfsal yapısını, yani, onun burjuvazi karşısında devrimci bir sınıf olma özelliğini bir başka şeye dönüştürmediği gibi ne de kapitalist üretim ilişkilerinin artı-değer üzerinde yürümesini ortadan kaldırmıştır. Tersine, kapitalist sistem, bu çelişkileri her geçen gün yeniden üreterek ve daha bir keskinleştirerek varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Kapitalist sistemin toplumsal karakteristiği gereği de bundan başka biçimi de olamaz.

Birikim yazarlarından Ö.Laçiner’in bir iddiası;

“… örneğin Marx’ın yaklaşımında, sosyalizm ve işçi sınıfı da dahil anılan kesimler arasında bir özdeşlik ilişkisi olmadığı özenle belirtilmiş; mesela ‘işçi sınıfı ya devrimci ya da hiçtir’ denilmek suretiyle bu sınıfın değil ‘kurucu’, sosyalizmin destekçisi dahi olamayabileceğine işaret edilmiş ise de; mesela “işçi sınıfı ya devrimci ya da hiçtir” denilmek suretiyle bu sınıfın değil “kurucu”, sosyalizmin destekçisi dahi olmayabileceğine işaret edilmiş ise de; 19. yüzyıl sonlarından günümüze kadar hakim sosyalist düşünüşte işçi sınıfının sosyalizmle bağını, ilişkisinin derinliğini, mücadele performansını sorgulamak bile başlıbaşına bir “sapma” sayılması neredeyse tabu haline getirilmiştir.” (Ö.Laçiner, “Sosyalizmin Siyaseti”, Birikim Dergisi, s. 9-11,  sayı: 261, Ocak 2011)

Yazar, Marks’ın, işçi sınıfının “devrimci olmadığı” gibi aynı zamanda “sosyalizmin destekçisi” dahi olamayacağını söylemiş. Bu sözleri Marks’a Laçiner söyletiyor. Marks ise kuramını işçi sınıfı üzerine kurmuştur. Marks, işçi sınıfının devrimciliğini ve devrime önderlik edeceğini salt duygusal çıkışlarla değil bilimsel bir şekilde açıklamıştır. Ne Birikimciler ne de burjuvazinin diğer mürekkep yalamış entelektüelleri, Marks’ın bilimsel açıklamalarını lekeleyemezler ancak yapabilecekleri tek şey var; çarpıtmak, tahrif etmek ve yok saymak.

Darvin’in evrim teorisinin gerçekliği ile Marks ve Engels’in devrim teorisinin gerçekliği aynı bilimsel verilerle ortaya konmuştur. Ya da şöyle de söylenebilir, Marks ve Engels’in materyalist tarih anlayışının doğruluğunu, organik dünyanın birliğinin doğruluğu kadar bilimseldir. Bugüne kadar da Marksizm’in kurucularının bu kuramının tersi kanıtlanamamış, geçersizliği ispatlanamamıştır.

Laçiner’in tahrifatına karşı, Marks ve Engels, Komünist Manifesto’da şöyle der:

Bugün burjuvaziyle karşı karşıya gelen bütün sınıflar arasında gerçekten devrimci olan biricik sınıf proletaryadır. Öteki sınıflar modern sanayi karşısında zayıflar ve en sonunda yok olur; proletarya ise modern sanayinin kendi yarattığı bir üründür.” (Marx-Engels, Komünist Manifesto, Burjuvalar ve Proleterler, s. 58-açÖG)
Marx ve Engels’in, işçi sınıfının devrimci sınıf olduğunu, burjuvaziyi yıkacak tek devrimci sınıf olduğunu vurgulayan, açıklayan ve sosyalizmi ve komünizmi gerçekleştirecek olan tek sınıfın işçi sınıfı olduğuna dair söylediklerini sıralasak, bunları algılamayı, ne küçük burjuva reformistlerin hafızalarının kapasitesi yeter ne de diğer reformist ve revizyonistlerin ve de Engels’in deyimiyle, “mektep medrese görmüş diğer toplumsal şarlatanların”  Laçiner, gözümüzün içine bakarak yalan söylüyor ve bilerek Marx’ı çarpıtmaya çalışıyor.

Bir ideolojiye, bir kurama karşı çıkmak, onu eleştirmek ve onun karşısında tezler ileri sürmek ayrıdır. Ama o teoriyi çarpıtarak, tahrif ederek kendini doğrulamaya çalışmak, küçük burjuva zavallılığı ve kafa karışıklığıdır. Laçiner ve aynı liberal yolun yolcuları bunu yapıyor.

Marks ve Engels, işçi sınıfının devrimciliği ve kapitalist düzeni yıkacak ve yerine sosyalist ve komünist toplumu inşa edecek olan sınıfın proletarya olduğunun önemle altını çizerler. Emperyalizm ve proleter devrimler çağında ise Lenin, Stalin ve Mao, proletaryanın devrimci bir sınıf olduğunu her yerde söyler. Ayrıca, proletaryanın devrimci bir sınıf olduğu, Rus, Çin ve daha birçok ülke devrimleriyle de kanıtlanmıştır. Ve bugün de sokaklarda, iş yerlerinde burjuvazinin tüm saldırılarına karşı mücadele edenler -başkası değil- işçilerdir.

Bu tarihsel gerçeklikleri yok saymanın bilimsel bir değeri de yoktur. Her ne kadar burjuvazi ve onun ideolojik yol arkadaşları reformistler, bu gerçekleri inkardan gelseler de ya da sorunun özünü çarpıtmaya çalışsalar da kapitalist toplumsal nesnellik ve bu nesnellik içindeki sınıf mücadelesi olanca hızıyla sürmektedir.

Gorz vb. revizyonistlerin ve bunların ülkemizdeki takipçileri, “dün vardı ama günümüzde artık proletarya ölmüştür” demeleri ne toplumlardaki sınıfsal gerçeği ne burjuvazi ile proletaryanın toplumun temel sınıfları olduğu gerçeğini değiştirebilir. Sadece görmezden geliyor, gelmeye çalışıyorlar. Proletarya için “ölüm” şarkıları söyleyenler, burjuvazi için aynı şarkıyı dillendiremiyorlar. Kapitalist toplum iki sınıf üzerinde şekillenir: Üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvazi ve burjuvaziye artı-değer üreten işçi sınıfıdır.

Kapitalist sistemde işçi sınıfı yoksa burjuvazi de olamaz. Burjuva sınıfı, artı-değere el koymadan varolamaz, kendini idame ettiremez. Bu baylara göre işçiler yoksa, burjuvazi artı-değeri nereden elde ediyor? Buna yanıtları yok. Olamaz da. Kapitalizm ücretli işgücü olmadan yaşayamaz. Ama işçi sınıfı kendi iktidarını kurduğunda, burjuvazi olmadan yaşayabilir. Çünkü, sosyalizm ücretli işgücünün yarattığı artı-değere el koyma üzerine kurulmaz, tersine, sömürüsüz ve sınıfsız bir sistemin temellerini atar ve onu kurma mücadelesi verir ve kurar. Kendisiyle beraber bütün sınıfları da ortadan kaldırarak sınıfsız toplumun kurulmasına ön ayak olur.

Bilimsel temellerden yoksun, burjuvazinin parayla kiraladığı reklam ajansları gibi çalışmak ve aynı anlayışla sosyalizme karşı mücadele etmek, ideolojik mücadeleden öte, kapitalizmin rekabetçi anlayışının kötü bir örneği olabilir. Revizyonistlerin yaptıkları da buna benzemektedir. (Devam edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu