GüncelMakaleler

ANALİZ | Değişen Dengeler ve TC’nin Dış Politikası

"Kapitalist sistemin yaşamakta olduğu krizin derinleşerek devam edeceği ve bunun emperyalistler arasında bir savaşa yol açacağı ihtimal dahilindedir. Ukrayna’dan Tayvan’a, Yemen’den Afganistan’a emperyalistlerin savaş hamleleri de bu olası savaşın ön adımları olarak yorumlanabilir."

Dış politikada TC devletinin AKP hükümeti aracılığıyla izlemekte olduğu yolu değiştirdiğini ve hatta tam anlamıyla “U dönüşü” yaptığını görmekteyiz.

8 yıllık sürenin ardından Mısır, Davos sürecinin ardından İsrail ve Kaşıkçı Cinayeti’nin ardından Suudi Arabistan’la dondurulan ilişkilerin yeniden hareketlendirildiği; Suriye’de cihatçıların desteklenmesi yoluyla Esad’ın devrilmesi planlarından vazgeçilerek Esad yönetimi ile ilişkilerin kurulduğu bir dönemden geçmekteyiz.

Libya, Mısır, Suriye, Irak, Suudi Arabistan’la olan ilişkilerdeki bu radikal değişikliğin bir derecede yaklaşan seçimler nedeniyle iç politikaya yatırım yapılma hamlesi olarak değerlendirilebilecek olması yanında esasen bunu TC devletinin bağımlı ülke olarak ABD ile ilişkilerine ve özellikle ABD’nin bölgedeki politikalarına uygun olarak gelişmekte olduğuna vurgu yapmak gerekir.

  1. Biden’ı göreve getiren ABD sermayedarlarının öncelikli hedefi Biden’ın uygulayacağı politikalarla Trump döneminde Rusya’ya kaptırılan İslam Ülkeleri Birliği’nin stratejik yönetiminin yeniden ABD eline alınması, Ortadoğu’da Rusya’ya kaptırılan stratejik liderliğin Rusya’dan geri alınması; Balkanlar’a NATO aracılığıyla askeri güç yığarak Rusya’nın sınırlandırılması; Mısır-Libya ilişkilerinde ABD hegemonyasının tesis edilerek Kızıldeniz’e yerleşmeye çalışan Rusya’nın önünün alınması gibi bir dizi stratejik hedefin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştı.

ABD’nin Biden yönetiminde bölgede oynayacağı rolün TC dış politikası üzerindeki etkisinin belirleyici olacağı zaten bilinmekteydi. Rusya’dan alınan S-400’lerin Türkiye’ye karşı yaptırım konusu olarak kullanılması bunun yanında Halk Bank Davası’nın R.T.Erdoğan ve ekibine karşı bir şantaj unsuru olarak kullanılması, AKP hükümetinin ABD ile Ortadoğu politikaları konusunda çok da pazarlık etme şansının olamayacağının sinyallerini vermekteydi.

Her ne kadar ABD’nin TC’ye anılan nedenlerle yaptırım uygulama yönlü şantajları olsa da TC egemenlerinin Rusya ve Çin’le geliştirmeye çalıştıkları ilişkileri ABD ve AB sermayesine karşı bir denge unsuru olarak kullanma arayışları ise Rusya ve Çin ile olan senelik ticaretin toplam miktarının ABD ve AB ile olanın yanında son derece  cılız kalması nedeniyle çok işe yarayacağa benzemiyordu. Özcesi aslında perşembenin gelişi çarşambadan belliydi ve nitekim de şu ana kadar gelişen olaylarda ABD’nin bölgede artan etkinliğinin TC egemenlerini kendi başına buyruk hareket etmekten alıkoymaktan da öte ABD sermayesi ile uyum içinde çalışmaya zorlayacağı görülüyor.

ABD’nin Kuzey Afrika-Ortadoğu hattında artan hegemonik varlığına paralel olarak TC egemenlerinin AKP hükümeti aracılığıyla yürüttükleri bu bölgelere yönelik politikalarda köklü bir takım değişiklikler meydana  gelmeye başladı. Mısır’da İhvan siyaseti olarak bilinen ve AKP’yi de içine alan bölgesel siyasal İslamcılığın kolu olan Müslüman Kardeşler’e AKP’nin verdiği destek, Mısır ile Türkiye arasındaki diplomatik sorunların temelini oluşturmaktaydı.

Müslüman Kardeşler siyaseti, emperyalistler açısından artık kullanışlılığını yitirdiğinde tasfiye edilmiş de olsalar AKP’nin “Rabia” söylemleri iki ülke arasında sorun oluşturmaya devam etmekteydi. 2021 itibariyle AKP’nin bu söylemleri geride bırakmasıyla iki ülke arasındaki görünür diplomatik gerilim de azalma eğilimine girdi. Elbette bunda Libya’daki iç savaşta Mısır’ın Libya’daki güçlerden tarafını tuttuğu General Hafter’in karşısında savaştırmak üzere TC devletinin Suriye’de kullandığı para-militer cihadçı grupları taşımaya son vermesinin de etkisi oldu.

Libya’daki iç savaşta TC devletinin etkisinin sınırlanmasıyla sağlanan denge durumu Mısır’ın bölgedeki varlığının TC egemenleri tarafından geriletilmeye çalışılmasının da sonlanması anlamına gelmekteydi. Bu nedenle de bu ilerleyen dönemde kimi ılımlı mesajların paylaşılarak iki ülke arasında diplomatik bir sürecin yeniden başlaması anlamına gelmekteydi.

TC devletinin yine ABD’nin artan hegemonyasına uygun olarak politika değiştirdiği ülke ilişkilerinden bir diğeri de Suudi Arabistan oldu. Türkiye’deki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda işlenen cinayetle öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı olayından sonra TC devleti elde ettiği bulguları Suudi Arabistan veliaht prensi Selman’a karşı kullanarak avantaj elde edebileceğine ilişkin bütün umutları uçuvermişe benziyor. Öyle ki R.T.Erdoğan’ın iç politikada hitap ettiği emekçileri Osmanlıcılık yahut ümmet liderliği efsunuyla zehirlemesinin bir aracı olarak kullanılan “güçlü lider” imajının Suudi Arabistan ile ilişkilerin tamamen değişmesiyle buhar olduğunu söyleyelim.

Mısır ile ilişkilerde normalleşme eğilimi, Suudi Arabistan’la yaşanan diplomatik görüşmeler aslında ABD Başkanı Biden’ın bölgeye yapacağı ziyaret öncesinde ABD’nin stratejik müttefi gibi çalışan bu ülkelerin içtimaya hazırlanma pratiği olarak görülebilir. Yukarda sayılan ülke ilişkilerine ek olarak İsrail ile TC egemenlerinin AKP hükümeti aracılığıyla artırdıkları diplomasiyi de aynı denklemde görmek gerekiyor.

 

Yeni kurulan oyun ve TC dış politikasını değişime zorlayan dinamikler

ABD sermayedarlarının AB sermayesinin de talebi ile Rusya’ya karşı ABD’yi etkin bir güç olarak yeniden Ortadoğu ve Avrupa’ya yerleştirme siyaseti izlemek üzere Biden’a görev verdiklerini belirtmiştik. Rusya ile Ukrayna üzerinden girişilen savaş sonrası Rusya’nın Avrupa’ya gaz sevkiyatını sınırlandırması Avrupa sermayesinin üretim sorunları yaşamasına yol açmakta.

Diğer taraftan gaz sevkiyatının sınırlandırılmasının enerji fiyatlarını artırmış olması Avrupa’da yaşayan emekçilerin yaşamlarının her geçen gün daha yüksek enflasyon ile baskı altına alınması anlamına gelmekte. Bunun da Fransa, Çekya, Almanya, Hollanda gibi ülkelerde görülmeye başladığı üzere yaygın NATO karşıtı sokak eylemlerine dönüşme riskini gören egemenler Rusya’nın elinde bulundurduğu enerji kaynaklarının alternatifini oluşturma telaşındalar.

Geçtiğimiz yıllarda Akdeniz’de İsrail’in önemli miktarda gaz rezervi bulmasıyla TC egemenlerinin Kıbrıs adası karasularına dayanarak hak iddia etme girişimlerinde bulunduklarına tanıklık etmiştik. Çoğu iç politikaya yönelik Kıbrıs’a gaz arama sondaj gemileri gönderme girişimleri de yine emperyalistlerin zorlayıcı baskılarıyla sonlanmıştı. Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunanistan, Kıbrıs, Ürdün, Mısır, Filistin ve İtalya arasında kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu bölgeden çıkarılacak gazın, sayılan ülkeler için ekonomik avantaj sağlaması için faaliyet yürütecek. Türkiye’nin sayılan ülkeler arasına alınmaması Türkiye’nin iç politikada uyguladığı manipülasyona karşın bölge üzerinde iddia edildiği türden bir etkilerinin olmadığının bir başka göstergesi olarak görülebilir.

BD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun araştırmalarına göre Doğu Akdeniz’deki Levant bölgesi yaklaşık olarak 1.7 milyar varil petrol ve 3.45 trilyon metreküp doğalgaz potansiyeline sahip. Levant bölgesi İsrail, Lübnan ve Suriye’nin kıyıdaş olduğu 83 bin kilometrekarelik bir alanı kapsıyor. Bunun yanısıra Doğu Akdeniz’de halihazırda bulunmuş doğalgaz yatakları da mevcut. Bunun en büyüğü Mısır’a ait Zohr doğalgaz sahası. Doğalgaz rezervinin 849 milyar metreküp büyüklüğünde olduğu tahmin ediliyor.

İsrail ise kendi münhasır ekonomik bölgesi içinde Tamar doğalgaz sahasına sahip. Bin 700 metre derinlikte bulunan rezervde 280 milyar metreküp doğalgaz olduğu tahmin ediliyor. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin İsrail adına arama çalışmalarını yürüten Noble Energy’ye verdiği ihaleyle bulunan ilk doğalgaz rezervi olan Afrodit sahasının 129 milyar metreküp kapasiteli olduğu tahmin ediliyor. Bunun yanısıra yine Kıbrıs Cumhuriyeti Glaucus-1 isimli sahada ilk tespitlere göre 142 ile 227 milyar metreküp aralığında büyüklüğe sahip bir doğalgaz rezervi tespit ettiklerini açıkladı.

Yukarda verilen gaz rezervi büyüklüklerine ilişkin veriler TC’nin oyun dışında tutulması ve son yaşanan Rusya-Ukrayna savaşı sonrası tüm dünyayı etkileyen enerji krizi ile birlikte ele alındığında ortaya yeni bir oyun alanı çıkıyor. Elbette buna Suudi Arabistan’ın petrol rezervleri de eklendiğinde muazzam büyüklükte ve Rus enerjisine alternatif olabilecek bir enerji  kaynakları toplamından ve bunun etrafında kurulacak yeni bir oyundan bahsetmek mümkün hale geliyor.

Ukrayna’ya verdikleri destek nedeniyle Rusya’nın Avrupa’ya giden enerji miktarını kısmasının yarattığı krizi aşmanın aracı olarak Suudilerin liderlik ettiği OPEC ülkelerinin daha fazla pertrol sevkiyatı yapmaları ve Doğu Akdeniz’de bulunan gazın Avrupa’ya taşınması projesi iyice ısındırılmış durumda. İşte bu nedenle Suudi Veliahtı Selman, Mısır’ı ziyaret ettikten sonra Türkiye’yi de ziyaret ederek süreci müzakere ettiler. TC devletinin Irak ve Arap ülkelerinden gelecek petrolün Avrupa’ya taşınmasında sorumluluk almaya çalışması mevcut diplomasinin nedenini oluşturuyor.

Kapitalist sistemin yaşamakta olduğu kriz, emperyalist güçler arasındaki kamplaşma ve gerilimi her geçen gün biraz daha tırmandırırken TC devleti gibi emperyalistler arası dalaşta pay kapma çabasındaki yarı sömürge ülkelerin politikaları da emperyalist güçlerin arasındaki dalaşın yönü ve şiddetine göre şekillenmeye devam ediyor.

Biden’ın 15-17 Temmuz tarihlerinde İsrail’e yaptığı ziyaretle Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki ilişkileri normalleştirme çabasına ek olarak Hindistan’ı Şangay İşbirliği Örgütü yahut Şangay Beşlisi olarak bilinen Rusya-Çin ekseninden kopararak Batı emperyalizmine yakınlaştırma çabası da emperyalistler arası giderek artan gerilimin bir sonucudur. TC egemenlerinin dış politikadaki keskin U dönüşü de yine emperyalistler arasında yaşanan kamplaşmanın sonucudur.

 

Rus-İran ilişkileri ve Suriye konusunda olası gelişmeler

Rusya’nın rakip emperyalist güçlerin kendisini kuşatmaya yönelen hamleleri karşısında bölgedeki ülkelerle olan ilişkilerini artırmaya ve bölgede kendisine yönelen yakın tehditleri boşa çıkarmaya çalıştığı biliniyor. Bu bağlamda Suriye’deki savaşın sona erdirilmesi için TC ile ilişkileri bugüne kadar ustalıkla yürüttükleri ortada. Keza benzer şekilde İran’ı da kendisine yakın tutarak “ortak düşman Amerika”ya karşı bölgede konum alma arayışında.

TC devletinin ise bu iki ülke ile olan ilişkileri ABD ve AB sermayesi ile olan kopmaz bağları ile ele alındığında son derece vazgeçilebilir duruma geliyor. Yani ne Rusya ve İran’ın ne de TC devleti egemenlerinin aralarındaki ilişkilerin uzun vadede süreceğine inandıklarını söyleyemeyiz. Fakat Rusya ve İran ile aynı zamanda coğrafi olarak da yakınlığı nasıl ki Rusya ve İran için TC ile ilişkileri iyi tutma zorunluluğunu ortaya çıkarıyorsa TC egemenleri açısından da örneğin uzak bir noktadaki herhangi bir ülkeninki gibi Rusya aleyhtarlığı yapmasına izin vermiyor.

Dolayısıyla buradaki denge ne yakın zamanda bozulacaktır ama ne de emperyalistler arasındaki gerilimin aracı güçler üzerinden yürütülmekten çıkıp doğrudan çatışmaya dönmesi halinde çok kalıcı olacaktır.

TC egemenlerinin Suriye’deki savaşın gerçek kazananı olan Rusya ile yakın ilişkileri koruma çabalarına neden olan bir diğer durum ise Suriye’de Rojava’da halkların kazanmış oldukları statüdür. Kendi topraklarındaki Kürtlerle hem tarihi bağları olan hem de düşünsel olarak etki yaratabilecek olan bu fiili durumun ortadan kaldırılması için TC egemenlerinin ellerinden geleni yaptıklarını görüyoruz. Şu an İdlib’e sıkışan cihadçıların Esad ile görüşmeye zorlanması TC’nin bölgede Rusya karşısında ne derecede etkisiz olduğunun göstergesidir.

İran’a karşı yaptırımları kimi hileli yöntemlere başvurarak delen (Halk Bank Davası, Reza Zerrab vs.) TC devletinin önümüzdeki dönem bu kadar rahat hareket edip edemeyeceği, emperyalistlerin İran üzerine uyguladıkları baskının artmasına bağlıdır. Bu da elbette Irak’tan Suriye’ye doğrudan TC’nin asker bulundurduğu yerlerde artık barınamayacak olmasını beraberinde getirecektir.

Soçi ve Tahran görüşmeleri emperyalist güçler arasındaki gerilim tamamen artmadan TC devletinin bölgesel çıkarlarını garanti altına alma gayretlerinin bir sonucudur. Elbette bu buradaki diğer iki devlet, Rusya ve İran için de geçerlidir.

TC egemenlerinin  Rusya enerji kaynaklarının Avrupa’ya taşınmasında rol oynamak üzere Mavi Akım gibi kimi hamlelerinin de emperyalistler arası rekabet sonucu Rusya’nın gaz sevkiyatını sınırlamasıyla önemini kaybetmiş durumda. Aslında alternatif kaynakların Avrupa’ya taşınmasında rol kapma çabasının bir nedeni de bu.

Kapitalist sistemin yaşamakta olduğu krizin derinleşerek devam edeceği ve bunun emperyalistler arasında bir savaşa yol açacağı ihtimal dahilindedir. Ukrayna’dan Tayvan’a, Yemen’den Afganistan’a emperyalistlerin savaş hamleleri de bu olası savaşın ön adımları olarak yorumlanabilir.

Emperyalist haydutları bir savaştan vazgeçmeye zorlayacak tek unsur, güçlü bir uluslararası komünist hareketin varlığıdır. Bugünün görevi uluslararası komünistlerin birliğini hızlıca tesis etmektir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu